Geçenlerde bir arkadaşım montajlanmış görüntüler üzerine seslendirme yapılmış bir video mesaj göndermişti. Bu yazıyı hazırlamak için tekrar seyretmek isteyince “Dosya açılamıyor” ikazı ile karşılaştım. Durum şu: Malum, AKP iktidarı milletin dini hassasiyeti ile birlikte 90 yıl, 100 yıl öncesinde olup bitenleri kendince yorumlaya yorumlaya, süsleye püsleye, allandıra ballandıra tepe tepe kullandı, kullanmaya da devam ediyor. Sözünü ettiğim video da o anlayışla hazırlanıp servis edilmiş. Günümüzde yapılan yanlışlıkları, boşa harcanan paraları, lüks, israf ve şatafat anlayışını bastırmak için böyle basitliklere girişilebiliyor; çok yazık.
Efendim Cumhuriyet’in ilk yıllarında bilmem “kaç yüz bin kişi açlıktan ölmüş!” “Millet açlıktan kırılırken falan yere filan yere heykel yapılmış!” Bunun gibi aslı astarı araştırılmayan, sebeplerine inilmeyen, yalanlarla gerçeklerin harmanlandığı bir video.
Sanki Osmanlı döneminde her şey güllük gülistanlıkmış da bir anda her şey tersine döndürülmüş. Mesela o videoyu bana gönderen arkadaşın memleketinde Osmanlı’dan kalma tek bir eser yok. Bölgenin tabiri ile insanlar o dönemde karınlarını “Acı soğan kuru ekmekle” ancak doyurabiliyorlar. Yurdun her bölgesinde olduğu gibi salgın hastalıklar insanları kırıp geçiriyor, hayvanlar telef oluyor. Videoda sözü edilen hastalıklar ve ölümlerin sebebi de Osmanlı dönemindeki geri kalmışlığın, üretim ve denetimsizliğin sonucu ama yalandan kim ölmüş?
Oysa Osmanlı’da olmayan bir Hıfzıssıhha Kanunu daha Cumhuriyetin yedinci yılında 24 Nisan 1930 tarihinde 1593 sayılı Kanun olarak kabul edilmiş, ondan önce de 1928 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü kurularak aşı üretimine başlanmış, yurt dışına aşı ihracı bile yapılmıştı. İnsanlarımızın bağımlı hale getirildiği kör taassup, bağnazlık bunları kabullenmelerine engel oluyor.
Atatürk, vefat edişine kadar geçen 15 yıllık süre içerisinde (1923 – 1938) 45 fabrikayı hizmete açmayı başarmıştı. Şimdi o fabrikaların yerinde yeller esiyor. Çünkü özellikle 21 yıllık AKP iktidarı zamanında hemen hemen tamamı satıldı, kapatıldı, özelleştirildi, arazileri de yok pahasına yandaşlara verildi. Fabrikalar ıslah edilip teknoloji yenilemesi yapılmaktansa “ver kurtul” politikası tercih edildi. Şeker ihraç eden Türkiye artık şeker ithal ediyor. Kâğıt fabrikalarımız elden çıkarılınca kitap, defter ve kırtasiye fiyatları el yakıyor. Tütün üreten ve geçimini o üründen sağlayan üreticilerimizin ekmek tekneleri elinden alındı ama yabancı tütün ve sigara üreticilerine gün doğdu. Çünkü Türkiye’de tütün üretimi büyük ölçüde yasaklanıp sigara fabrikaları kapatılırken, Tekel idaresi ortadan kaldırılırken her köşe başında TOBACCO diye yabancı kaynaklı tütün ve sigara mağazaları açıldı.
2013 yılında, Türkiye’den 3 bin kilometre kadar uzaklıkta bulunan Sudan’la “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir tarım anlaşması yapılarak 99 yıllığına tam 780 bin 500 hektar arazi kiralanmıştı ve tarım üretimi yapılacaktı. Gidip yerinde inceleme ve tahliller yapan uzmanlar, oradaki toprağın “Ph derecesinin yüksek ve üretime uygun olmadığına dair” rapor vermelerine rağmen kimseye dinletemediler. Siyasiler ve uzmanlar tarafından defalarca gidiş gelişler oldu. Milyonlarca masraf yapıldı. Sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfır üretimden, daha doğrusu üretimsizlikten ve aradan koskoca 10 yıl geçtikten sonra anlaşma iptal edildi, orada kurulan şirket de tasfiye edildi. Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi kapalı bir kutu olduğu, şeffaflıktan ve denetimlerden uzak olduğu için yapılan masrafın hangi boyutta olduğu ve iptal edildiği için Sudan hükümetine tazminat ödenip ödenmediği hakkında da bir bilgimiz yok.
Hazır tarımdan bahsetmişken Konya Çumra’da bulunan Toprak Mahsulleri Ofisi’nden 300 tırla taşınabilecek 7500 ton buğdayın çalınmış olmasından ve 80 – 100 yıl öncesinin şartlarını düşünmeden geçmişi karalamayı marifet sayanların devletin yed-i emininde (Güvenilir elinde) bulunması gereken bu işin nasıl olduğunun da sorgulamaması akıl alacak bir iş değil.
Aynı zihniyet, Ankara’nın sabık Belediye Başkanı Gökçek’in parselciliğini, Ankapark diye ortaya attığı heyula için 750 milyon doları çöpe attığını, en son mahkeme kararı ile de tescil edildiği üzere belediyeye ait lüks konutları ve hatta mobilyaları usulsüz olarak üzerlerine geçirdiklerini de sorgulamadılar, sorgulamıyorlar. Mesela o arkadaşlar, istifa ettirilmesine rağmen o belediye başkanı ve benzerleri hakkında niye bir işlem yapılmadığını da sormadılar, soramadılar.
Keza, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP’de olduğu dönemde karşılıksız milyonlarca lira tutarında burs verilerek Amerika’da, Almanya’da lisans ve doktora programlarına katılan, Türkiye’ye döndükten sonra da belediyede hiç çalışmadan Milletvekili ve Bakan yapılanları da sorgulamadılar. Kendi çocukları yurtlara giremezken, burs alamazken bunları seyredenlere ve hatta alkışlayanlara ne denebilir ki? Ya liyakate önem verilmeden yapılan keyfi atamalar? Ayyuka çıkan birkaç yerden okkalı maaş ödenenler? Onlar için de bir çift laf edip iktidarı eleştirmeyenler yüz yıl öncesini karıştırıp sinekten yağ çıkarmaya çalışıyorlar!
Sözünü ettiğimiz kişiler, arkadaşlar, vatandaşlar plansız programsız yapılan “Müşteri garantili ve dövize endeksli” havaalanlarının, yol, köprü ve şehir hastanesi gibi yapıların durumunu da sormadılar. Uçak kalkmayan ama hazineden takır takır parası ödenen, garanti verilen sayının dörtte birine, beşte birine ancak ulaşabilen başka yapıların cebimizden, kendi ceplerinden ödeniyor olmasını da dert etmediler.
Yine, vergi üstüne vergi, zam üstüne zam konusunu, mesela otomobil fiyatlarının nerede ise Avrupa’daki fiyatlardan iki, bazen de üç kattan fazla olmasıyla da ilgilenmediler, ilgilenmiyorlar. Hemen herkesin yurt dışında akrabası, arkadaşı, komşusu var. Dünyanın her yerinden her an haber alınabiliyor, bilgi sorulabiliyor. Türk Lirası dövize karşı eridikçe erimesine rağmen burada eski model bir otomobilini satıp mesela Avrupa ülkelerinden birine giden bir vatandaşımız burada eline geçen paranın yarı fiyatına orada daha üst model bir araba satın alabiliyor ve kalan para ile de belki birkaç yıl geçinebiliyor. Neden? Çünkü bizde vergiler aşırı yüksek. Bilenlerin ifade ettikleri bir gerçek var ki burada bir otomobil alan kişi bir otomobil parası da devlete veriyor. Hele kredi çekip almışsa faiziyle birlikte bir otomobil parası da bankaya ödüyor. Yazık ve günah değil mi?
Fikir ve düşüncesini herkes açıkça söylemeli, söyleyebilmeli, yıkıcı olmadan yapıcı olarak, iyi niyetle kendi siyasi partisini de iktidarı da ikaz etmeli, eleştirebilmelidir. Bu yapılmadığı, eleştiriler yalnızca muhalefet partilerinden ve bizim gibi bir avuç siyaset dışı kişilerden geldiği için iş inada binebiliyor. Çünkü tabir yerinde ise Türkiye’de dağdaki çobanından camideki imamına, bir başka ifade ile beşiktekinden eşiktekine kadar herkes siyasetin girdaplarında dönüp duruyor. Bu şartlar altında iktidarı ya da gücü elinde bulunduranlar istedikleri gibi hareket edebiliyorlar.
Özetleyecek olursak, siyasi bağnazlıktan, kör taassuptan kurtulamazsak iflah olmaz, kurtuluşa eremeyiz. Unutmayalım ki, sorgulamazsak sorgulanırız. Düşünmez, öğüt almaz, akletmezsek, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyler gizleyip onu az bir paraya (menfaat için) satarsak karınlarımızı ateşten başka bir şeyle doldurmamış” oluruz!
Onun için günümüzde yapılanları haklı göstermek ya da yapılan kusurları, israfı, lüksü, şatafatı örtbas etmek için geçmişten bir kırıntı bulup dallandırıp budaklandırarak siyasi malzeme yapmak doğru değildir. Bu davranışın, bu anlayışın insani ve İslami bir yönü ya da çıkış yolu yoktur.