Son yıllarda Kuran Müslümanlığı kavramı sıkça gündeme getiriliyor. Görünüşte masum hatta gerekli görülen bu kavram aslında amaçlanan anlamı ifade etmiyor. İyi niyetle kullananlar muhtemelen söz ve davranışlarımızın Kuran'a uygun olmasını kast ediyorlar.
Bu kavram, daha çok cemaatlerde,tarikatlarda gözlenen kimi -ölçü dışı-inanç ve davranışlara tepkinin bir neticesi. Şeyh-mürit ilişkisinin efendi- köle ilişkisine dönmesi, kerametin istikametin önüne geçmesi bu tip tartışmaları daha da alevlendiriyor. 15 Temmuz'da yaşanan acı tecrübelerin cemaatlere olan güveni sarsması da başka bir sebep olarak gösterilebilir.
Elbette Müslüman'ın hayat ölçüsü Kuran'dır. Ancak bu Kuran'ın her sorumuza cevap verdiği anlamına gelmez.Bugün namazın nasıl kılınacağını,hangi rekatta hangi sureyi okuyacağımızı, abdesti nasıl alacağımızı ve daha bir çok şeyi Kuran'dan değil,peygamber uygulamalarından yani sünnetten öğrenebiliyoruz. Yüce Peygamber, Kuran'ın ete kemiğe bürünmüş,kuvveden fiile çıkmış halidir.Onun hayatı Kuran'ı nasıl anlamamız gerektiğini gösteren bir Kuran tercümesidir. Dolayısıyla, Hz. peygamber'e bakmadan Kuran'ı hakkıyla anlamak,anlamlandırmak mümkün değildir.
Ancak, Kuran Müslümanlığı kavramı sadece çerçeve dışına taşan tarikat,cemaat erbabını çerçeve içine çekmek için kullanılmıyor. Bazı çevreler bu kavramı dini müesseseleri yok etmek, bu ülkede İslam'ı yaşayacak bir atmosfer bırakmamak için kullanıyor.İslam bayrağının nesilden nesile taşınmasına, gönülden gönüle aktarılmasına bugün çok kötü örneklerine tanık olsak da bu kurumların büyük etkisi olmuştur. Mesela, Kafkasya'da Sovyetlere karşı özgürlük ateşini bu tarikatlar ateşlemiştir. Şeyh Şamil sadece bir mücahit değil aynı zamanda bir mürşittir. Sinnüsi'lerin Afrika'daki faaliyetleri ve milli mücadeleye destekleri bir başka örnektir..Oliver Roy gibi araştırmacılar, Orta Asya'da İslam'ın yaşaması ve yaşatılmasında tarikatların büyük rolü olduğunu söylemişlerdir.
Bugün asıl sorun tarikat veya cemaatlerle sınırlı olmayan, toplumun hemen her kesiminde gözlenen yanlış din algısı ve eğitimidir. Aslında tarikatlara tepki gösterenlerle, şeyh efendileri göklere çıkaranlar dikkatle irdelendiğinde din algısı bakımından bir çok ortak özelliğe sahip oldukları görülür. Müridan, şeyh efendileri överken onları insan kimliğinden soyarak uluhiyet makamına çıkarmakta, Kuran Müslümanlığı diyenlerin bir çoğu da aslında şeyh efendilerin son derece insani olan davranışlarını şeyhliğe yakıştırmadıkları, bilinçaltında onlara onlara insan üstü vasıflar yakıştırdıkları için tepki göstermektedir. Ortak nokta; iki tarafın şeyhlik makamına atfettiği insan üstü vasıflardır. İki algı da hatalı ve yanlıştır.
Şeyh olmak insanlıktan sıyrılarak bambaşka bir hüviyete bürünmek değildir. Şeyh veya mürşit olmak iyi,kamil,olgun insan olmaktır.Ahlakı hamide sahibi olmaktır.Müşahede yoluyla bazı ilahi hakikatlere tanık olup,yakin sahibi olmaktır.Mana insanı olmanın eğitimini almaktır. Bir başka ifadeyle Kuran'ı hayatlarında canlandırmak, göstermektir. Onun içindir ki Şahı Nakşibendi'ye, hiç keramet göstermiyorsunuz denildiğinde,istikametten büyük keramet mi olur diyerek cevaplamıştır. İmam-ı Rabbani'de en üstün makam kulluk makamıdır demiştir.Tasavvufta amaç; uçmak,kaçmak değil, istikamet sahibi olmak,kulluğun şuuruna varmaktır.Müridin vazifesi de uçan,kaçan bir şeyh aramak değil,kendine istikamet kazandıracak bir kamil mürşit bulmaktır.Ölçü bu olursa; tarikatlar birer terbiye ocağına dönerek millete hizmet ederler, bu olmazsa oradan oraya savrulur,dine de,millete de, mensuplarına da zarar veren birer kurum halini alırlar.