İsrail Filistin’den sonra Lübnan’a da saldırdı. Önce dijital saldırı ile Hizbullah’a büyük bir darbe vurdu. Üyelerinin birbiri ile iletişimini ortadan kaldırdı, sonra da hava operasyonları ile –organize olmakta zorlanan- Hizbullah hedeflerine saldırdı.
Bu şartlarda Hizbullah’ın İsrail’e nasıl cevap vereceğini tahmin etmek güç, ancak daha önce de İsrail Lübnan’a saldırmış, Hizbullah güçlerinin direnciyle karşılaşarak amacına ulaşamadan geri dönmüştü.
İsrail Genel Kurmay başkanı Halevi, Lübnan saldırısını bir fırsat olarak değerlendiriyor. Tıpkı HAMAS saldırısını bir fırsat ve imkana çevirdikleri gibi.
İsrail tipi devletleri akıl ve rasyonalite değil, ideoloji yönetir. Akıl, ancak ağır bir yenilgi ve travmadan sonra harekete geçer. Bugün için akıl ve rasyonaliteye dönüşü gerektirecek bir kayıp söz konusu değil. Batı’nın sınırsız desteği de olunca İsrail kendini hiçbir insani veya hukuki bağla kayıtlı hissetmiyor. Öldürmeyi, mümkün olduğu kadar çok öldürmeyi başarı olarak görüyor.
İsrail’in Lübnan ve Filistin’e yaptığı saldırılara, –toplu ve fiili –tepkilerin verilmemesi bizi bir defa daha –millet/ulus olmanın önemi ve gerekliliği üzerinde düşünmeye mecbur ediyor.
Lübnan’da Sunniler, Şiiler, Dürziler, Ermeniler,Maruniler ve çeşitli Hıristiyan mezhep grupları var. Her bir grubun ayrı milletvekili kotası var. CB, Başbakanlık ve meclis başkanlığı da aynı mantıkla paylaşılmış durumda. Ve her grup belli bir bölgede yoğunlaşmış durumda.
Geçmiş yıllarda bu grupların neredeyse hepsi birbiri ile savaştı. Lübnan’da bir millet yok, etnik ve mezhep eksenli –kabileler- var. İç savaşta akan oluk oluk kan bile Lübnan’ı bir araya getirip, ortak değerleri olan bir ulus haline getiremedi. Anayasaları da –etnik ve dini çeşitliliği- onaylayan ve meşrulaştıran bir içeriğe sahip. Böyle olunca, her grup dışarıdan gelen saldırıyı kendine yapılmış bir saldırı olarak görüp toplu bir tepki vermiyor. Saldırı fiili olarak kendine yönelmedikçe üzerine alınmıyor.
İsrail’in Lübnan’a yaptığı saldırıya her ne kadar hükümet düzeyinde tepki gösterilse de –daha çok –saldırı bölgesinde- olan grup veya gruplar tepki gösteriyor. Vatan kavramı herkesin kendi yaşadığı bölgeden ibaret olduğu için ötekinin yaşadığı topraklar fedakarlık yapılacak veya savaşılacak değerde görülmüyor. Ulus olunmayınca, tüm halkın yaşadığı topraklar da vatan olmuyor.
İsrail, daha çok –Hizbullah’ın- yoğunlaştığı güney bölgeleri vurmasının sebebi de bu.
Bu strateji ile, diğer grupların savaşa aktif katılımları engellenerek hem hedef küçültülüyor hem de Hizbullah yalnızlaştırılıyor. İsrail için savaş stretejileri yazan Oded Yinon daha 80’li yıllarda Arap ülkelerinin en büyük zaafının –millet olamama- olduğunu yazmış, devletleri var ama milletleri yok demişti. Bu strateji ile Irak ve Suriye parçalandı. Lübnan zaten parçalı bir durumdaydı. Türkiye’ye de, insani yardım,ensar-muhacirin adı altında sığınmacı transfer ederek –göç mühendisliği ile- kabileleştirmenin yolunu açıyorlar. Bazıları da hala –MİLLETİN ÇEŞİTLİLİĞİNE GÖRE- yeni bir anayasa yapalım- yani Lübnan’a, Irak’a, Suriye’ye benzeyelim diyor.