Milliyetçiliğin tarihi insanların kabile halinde yaşayıştan, kabilelerin ortak özelliklerini fark etmeleri, birlikte bir geçmiş ve gelecek bağlarını oluşturdukları, aynı dili konuştuklarını fark etmeleri, ortak toplumsal menfaatlerinin daha büyük birlikteliklerden geçtiğinin anlamaları bir araya gelmeleri ve adlarına Orta Asya Türklüğünde “Budun” batıya geldikçe de “millet” olarak adlandırılmasıyla başlar.

Millet Arapçadan devşirme bir kelime olmasına, bir inanca bağlılığı ve cemaatleşmeyi izah eden sözlük anlamında olmasına rağmen, Anadolu Türklüğünde Türk kavmini izah eden bir kelime olarak anlaşılmıştır.

Semavi dinlerde din ile izah edilen millet, yani kendi dini inancındakileri bir millet diğer tüm inanç sahiplerini tanrıtanımaz “kafir” olarak nitelenmiş.

Günümüzde de kendisini, dünyaya bakışını din ile izah eden bazı cemaatler kendilerini bir millet kendi inançlarında olmayan insanları da millet dışı kafir olarak nitelemektedir.

Bu duruma bazı siyasi yorumcular Ümmetçilik de diyor. Genelde ümmetçilik Yahudi ve İslam inancındaki insanlar ve toplumlarda görülmektedir.

İnsanlar orta çağı yaşarken toplumlarda millet din ile siyasi ayrışmalar din içinden ayrışan mezheplerle, ekonomi tarımla, sosyal yaşam köylerle izah ediliyordu.

Bu tanımlamadan anlayabiliyoruz ki ümmetçilik bir orta çağ ürünü fikir olarak doğmuş, kalıntıları günümüze kadar devam etmiştir.

Yeniçağ da çağın gelişmiş toplumlarında kentleşme ve sanayileşmeyle insanların daha kalabalık birlikteliklerine, ortak yaşamlarına sebep olmuş daha büyük halk topluluklarının bir arada yaşama, ortak özelliklerin ortaya çıkması, ortak mukaddesat ve mukadderatların keşfedilmesi, ortak simgelerin oluşması Millet nitelemesinin daha net olarak sosyaliteye girmesine sebep olmuştur.

İncelenirse İngiliz, Rus, Fransız, İtalyan milliyetçilikleri yaklaşık olarak orta çağ sonrası ivmelenmiştir. (Çin milliyetçiliğini ayrı bahiste ele almak gerekir, Arap ve İbrani milliyetçiliği kendilerine dini kalkan olarak kullanmışlardır)

1500 yıl önce Bilge Kağanla Orhun abidelerinde Balbal taşlarına kazınan Türk milliyetçiliği tüm orta çağ boyunca kesif bir Arap şeriatı baskısı altında yaşamış, Türk milliyetçiliğini bayrak yapması gereken ve Türk milletini 600 sene yöneten Osmanlı ailesi kendisine siyasal güç olarak içinde Arap milliyetçiliği olan karışık baskıcı bir şeriat sistemini seçmiş.

1517 hilafetin alınmasından sonra Türklük aşağılanmış, neredeyse bir Türk soykırımından bahsedecek noktaya getirilmiştir.

Gelişmiş Avrupa ve Asya toplumları milletleşmelerini tamamlayıp milliyetçi yöneticilerce idare edilir ve yüksek ilerlemeler sağlarken, Türk milleti milletleşme sürecinin başlayabilmesi için 1900’lü yılların gelmesini beklemek zorunda kalmıştır.

Osmanlıda İttihat ve Terakki ile emeklemeye başlayan Türklük ve Türkçülük hareketi, 1923 de Mustafa Kemal Atatürk kendisini padişahın kulu zanneden topluma aslında bir millet olduklarını ve adlarının Türk milleti olduğunu net olarak belirtmesiyle ve kadrosuyla kurduğu devlete Türkiye Cumhuriyeti adını vermesiyle bir millet olduğumuzu fark ettik ve Anadolu coğrafyasında aksiyoner Türk milliyetçiliğinin temelleri atılmış oldu.

Tabii Türkiye topraklarında Türk milliyetçiliğinin başlangıç öyküsü dünyadaki diğer eşdeğer milletlerin kendi milliyetçiliklerinden çok geç başlamasının handikaplarını yüz yıldır millet olarak yaşıyoruz.

Milliyetçilik bağrında bağımsızlığı ve antiemperyalizmi barındırmıyorsa onun adı milliyetçilik olamaz.

Milliyetçi yalnız ve sadece mensubu olduğu millete hizmet eder.

Son 70 yılda Türkiye’de milliyetçilik adıyla çeşitli ad ve davranışlarla siyasal çalışmalar yapıldı. Halen de net olmayan bu tür siyasi kombinezonlar hareket alanı bulmaktadır.

Beyni karışık veya kiralık olan, bu alanı kullanma niyetinde olan, milliyetçilikten gerek şahsi gerekse klik olarak nemalanmak isteyen guruplar siyasi alanda Türk milliyetçiliği fikrinde gibi görünüp birkaç yüzlülük yapmaktadır.

Bir Türk milliyetçisi siyasi mecralarda “Türklüğü ayaklarımın altına aldım” diyen “Bana Türkmenlikle gelmeyin” diyen biriyle siyasi ittifak yapar mı?

Bir Türk milliyetçisi “Ben Mustafa Kemal’in askeri değilim, Türk devleti seri katildir” diyen biriyle ittifak yapar mı?

Bir Türk milliyetçisi Türkiye’yi bölmeyi hedefine koyan, Türkiye’nin bölünmesi için Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de devletler kuran, ordular kurup silahlandıran ve besleyen bir ülkenin büyükelçisi ile bir ayda 5 kez görüşür mü? (Hadi biri nezaket ziyareti olsun diğer 4 ünü nasıl izah edeceğiz)

Bir Türk milliyetçisi başkanlığını yaptığı siyasi parti üst yönetimine devşirmelikleriyle temayüz etmiş yöneticiler getirir mi?

Anlaşılıyor ki her Türk milliyetçisiyim diyene inanmamak lazım.

Takip ettiği çizgiye dikkat etmek lazım.

Çizgisinde yalpalama veya yan çizme var mı, kişi tercihleri nasıl, Türk milleti güvenebilir mi?

Dünya yüz yıl önceki gibi yeniden kurulacak gibi görünüyor.

Yeni dünya düzeninde Türk milletinin ihtiyacı Atatürk çizgisinde Türk milliyetçisi olan kadrolardır.

Sahtekarlar yanıltmasın bizi lütfen…