Bu kısa ömrümüzde değerin ve kıymetini bilmediğimiz anne, baba eş dost, siyasetçi, sanatçı, edebiyatçı, bilim insanı, akademisyen gibi değerli dostların yasını tutarak geçiyor.
Toplum olarak aslında ne kadar acımasız aynı zamanda nefret içerisinde olduğumuzu görüyoruz.
Bizden farklı düşünen insanlara ise cinsiyet ayrımcılığı gibi, bölgesel ayrımcılık gibi, etnik farklılıklar gibi ve inanç dünyamızdaki ayrılıkların bu nüanslardan kabul etmeme alışkanlığımız son zamanlar had safhaya gelmiştir.
Toplum tabiri caizse patlama noktasında cinnet geçirmek üzere.
Ülkücü düşünceye sahip olanlar ise ülkücülük kavramını yanlış yorumlayarak ülkemizde onlardan farklı düşünen, yaşam tarzı kendilerine uymayanlara karşı kullanarak ırkçılık yapmaktadırlar ve bunu da ülkücülük adına yaptıklarını iddia etmektedirler.
Sol düşünceye sahip insanların durumu ise çok da değişik değil. Onlar da bütün dünyayı insanlığı sınırları kaldırmaya sınıfsız bir toplum için uğraşırken ülkemizi "halkların bağımsızlığı" adı altında bölmek ile meşgullerdir.
Siyasal İslamcıların ise ülkemizde durumu daha vahim bir hal almıştır. ''Din'' adı altında uğradıkları Arap asimilasyonuna o kadar inanmışlar ki dillerini, yazılarını, kılık kıyafet, örf, adetleri Araplaşmış farkında değiller!
"Türk" deyince imanları gittiğine inanır olmuşlar bütün bunları İslam adına veya dinin bir kuralıymış gibi yaptıklarına inanıyorlar.
Toplumuzun bu dar düşüncelerde var olması ve her zaman müşterisinin bulunduğu ise kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Acaba biz toplum olarak bu uçlardan ne zaman nasıl kurtulacağız?
Millet olarak bir kısmımızın yaşarken nefret ile baktığımız birçok insana Atatürkçü olduğu için, Cumhuriyetçiyim dediği için, inançlı olduğu için, Laikliği savunduğu için, anti Emperyalist olduğu için, tam bağımsız Türkiye'yi desteklediği için, özgürlükçü ve insan hakları savunuculuğu yaptığı için.
Ülkenin kötü gidişatını, bozuk ekonomisini, siyasi istikrarsızlığı, adaletsizliği, komşular ile ilişkilerimizin durumunu bütün bu olumsuzlukları onlardan bildik.
Bütün bunlar için birbirimizi suçladık, ayrıştırdık, hayatımızı hem bizim için hem de onlar için zorlaştırdık.
Bize uymayan itiraz edeni ''fitneci'' yaptık.
Baş kaldıran, isyan eden, kabul etmeyenlere ''bölücüdür'' dedik.
Bizim partiye liderimize biat etmeyen ''terörist'' oldu.
Bizim partinin, bizim şeyhin, bizim cemaatin peşinden gitmeyenleri ise ''hain'' ilan ettik.
Söz dinlemeyeni ''alçak'' boyun eğmeyen ''kalleş'' yaptık.
Alkışlamayan ''namert'', ses çıkaran, eleştiren ''şerefsizdir'' dedik.
Biz aslında öldükten sonra bir farkımızın olmadığını anladık. Düşünce, fikir, hayat tarzı bize uymayan insanlar bizden değil diye düşündüklerimiz ile aynı dertleri ve aynı sıkıntıları paylaştığımızın farkına varıyoruz.
Bu farkı ise onları kaybettiğimizde daha iyi anlıyoruz.
Biz ne zaman yaşarken evlatlarımızın, biz den olmayanların, bu ülkede yaşayan her bir vatandaşımızı kucaklamaya, büyüklerimizin yüzüne, sevdiklerimizin gözlerinin içine bakarak onları sevdiğimizi, özlediğimiz söyleme cesareti bulacağız?
Biz büyükler gelecek nesillerimiz için mal mülk kazanma ile meşgul olurken, onların geleceklerini sağlamakla uğraşırken, onlara bunu hiç sorma ihtiyacı duymadık.
Onların bizden sadece ve sadece sevgi, saygı yüreklerimizi, kulaklarımızı açmamızı, gözümüzün üzerlerinden olduğunu, gönüllerimizi açmamızı istediklerinin farkında olamadık.
Özellikle geçtiğimiz bu badireli günlerde toplum olarak ön yargısız birbirimizi sevmek, saymak, kabul etmek hem hayatımızı kolaylaştıracak hem de bu salgın sürecini daha rahat atlatmamıza vesile kılacaktır.
Biz toplum olarak yaşarken ölmekten, yaşarken yas tutmadan ne zaman yaşayacağız?
Sahi biz yaşıyor muyuz?
Hepimiz ölüyoruz, öleceğiz.
Lakin ilelebet yaşaması gereken adalet ve birbirimiz ile olan hukukumuzdur.
Kalın sağlıcakla