Twetter, Whatsapp, Facebook, İntstagram, şu – bu ama keşke aralarında bir de Türk buluşu, Türkçe ad taşıyanı olsaydı değil mi?
Her ne ise; o âlem başka bir âlem… Öyle espriler, öyle serzenişler, öyle dokunuşlar, öyle mizahlar ve hatta süzmesini, inceleyip değerlendirmesini bilirseniz öyle gerçekler var ki içinde, şaşıp kalmamak mümkün değil. Gündemde olan ya da unutulmaya yüz tutan ne kadar konu varsa hepsini bir de “Sosyal Medya” denen bu âlemin dili ile görüp okumak lazım:
“Suriye’de 9 yıldır savaş var; ne bir ABD’li Rus askeri, ne de Ruslar bir ABD’li askeri öldürdü. Biz ise beş yüz küsur şehit verdik. Suriye’nin Doğu Petrollerini ABD/PKK, Batı Petrol ve Limanlarını ise Rusya kontrol ediyor. Bize de 5 milyon Suriyeli düştü. Bu işte bir yanlışlık yok mu?”
“Yanlışlık”tan dönülme işareti midir bilinmez ama son haftalarda sığınmacıların Avrupa’ya geçmelerine/geçebilmelerine kapı aralama meselesi var malum. Özellikle Yunanistan sınırında Yunanistan’ın tutumundan kaynaklanan dramlar üzerine bir twetter kullanıcısı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yazmış:
“Sayın Bakanım, Suriyeliler nehirden geçemiyorlar. Meriç Nehri’ni aşmaları için yardım gerekiyor; yaptığımız iş yarım kalmasın!”
O arkadaşın takipçisi cevap vermiş:
“Deme öyle… Şimdi Cengiz İnşaat’a köprü yaptırırlar, üstüne bir de mülteci garantisi verirler de sonra geçmeyen mültecilerin parasını bizden alırlar!”
17 yılı geride bırakan AKP iktidarlarının uyguladığı “Ekonomik Model” ya da “Yap İşlet Devret, İşletemezsen de Dert Değil; Parasını Emret” modelinin bütün özü işte burada. Başka söze gerek yok değil mi?
Sosyal Medya’da dolaşan şu ifadelere de bakar mısınız?
“Salgın hastalık olduğu zaman 13 liralık kolonyaya 124.99 TL etiket koyan esnaf Müslüman olduğu için Cennet’e girerken, Almanya’da ücretsiz dezenfekte malzemesi dağıtanlar Hristiyan olduğu için Cehennem’e gidecek, öyle mi?”
Ya şu sitem, şu isyan?
“Namuslu esnafa hiç lafımız sözümüz yok ama virüs mü yoksa fırsatçılar mı daha hızlı yayılıyor bilemedik. Korona virüs geliyor, maske fiyatı beş katına çıkıyor, dezenfektan bilmem kaç katına çıkıyor, makarna üç katı fiyatına satılıyor, deprem oluyor ev sahipleri kiraları arttırıyor, Ramazan geliyor yiyecekler üç katına satılıyor… Sorsan hepimiz Müslümanız ama namaz beş vakit ahlak ise 24 saat farz. İhbar et… İhbar edin ki vatandaşlık sorumluluğunuzu yerine getirin!..”
Hadi bakalım, bu sözlerin altından kalkabilecek miyiz? Sade vatandaşından Diyanet İşleri’ne, en küçük bürokratından en yüksek devlet adamına ve tabii ki her alandaki esnaflara kadar; siz, biz, hepimiz bu sözlere, bu isyana söyleyecek sözümüz var mı? Mesela kolonya ihtiyacı had safhaya çıkıyor, kolonyanın asıl maddelerinden biri olan etil alkol yok. Niye yok? “Çünkü onun da asıl maddelerinden biri şeker.” Şekerin asıl maddesi ne? “Şeker pancarı! Şeker pancarının da fabrikalarda işlenmesi gerekiyor.” Bir sürü şeker fabrikamız vardı, ne oldu? “Atıldı, satıldı. Daha önce şeker ihraç eden bir ülke iken şimdi Rusya’dan bile şeker ithal eder olduk. Dolayısıyla etil alkolü de artık ithal ediyoruz! Topraklarımızda yetişen tütün üretimini yasaklar tütün ve sigara ithal ederiz, şeker pancarı üretimine kota getirip fabrikaları elden çıkarır şeker ithal ederiz ve işte böyle ihtiyaç ve kriz dönemlerinde de apışır kalırız. Yani suç ve günah yalnızca esnafın değil. Yöneticilerde de öngörü, feraset gerekiyor!..”
Diyanet demişken öylece geçip gitmek olmaz değil mi? Gazetelere ve televizyon haberlerine de konu oldu ama biz yine de sosyal medya üzerinden gidelim:
“11,5 milyar bütçeli Diyanet, kurum içi toplantı ve seminerler için Antalya’da beş yıldızlı otel tuttu. Devletin kasasından milyonlarca lira gitti!”
Oysa Diyanet’e düşen her konuda ölçülü ve mütevazı olmaktır değil mi? Artık her ilde belediyelerin, başka kamu kuruluşlarının salonları var. Bazı müftülükler Diyanet Vakfı’ndan ve camilerde toplanan paralardan “Saray yavrusu” olarak nitelendirilebilecek binalar yaptılar. Bazı camilerin altında düğünlere, mevlitlere, yemekli toplantılara açılan/kiralanan salonlar oluşturuldu. Oralarda bölge toplantıları yapılabilirdi. Malum, bu tür toplantılar yalnızca otel ve yeme – içme masrafı ile kalmıyor, bir de harcırah meselesi, otobüs, tren ve hatta uçak biletleri var değil mi?
Camında Türk Bayrağı asılı olan ve mürekkepli kalemle özenerek yazılmış kocaman karton yerleştirilmiş bir otomobil resmi gördüm: Büyük harflerle şu ifadeler yazılmıştı:
“Bence hepimiz Davos’a yerleşelim; ‘Bir daha gelmem’ demişti!..”
Demek ki insanın yüzünü ve sözünü eskitmemesi, özletmesi gerekiyor. Bunu tamamlayan ve artık “İroni” mi dersiniz, “Mizah” mı, “Kara mizah” mı bilemiyorum şu ifadelere hem güldüm, hem düşündüm, hem üzüldüm:
“Onu görmeyeyim, sesini duymayayım diye belgesel izleye izleye Uzay Mekiği’ni söküp takacak, timsahları ehlileştirecek, her türlü yemeği yapabilecek duruma geldim. Her ülkeyi gördüm, her denizi karış karış biliyorum!..”
“İnsan sevdiğinden böylesine bıkıp usanır mı” diyecektim ama diyemiyorum; demek ki oluyormuş!
Yapılan iş korku mu yoksa işgüzarlık mı bilemedim ama benim gibi bu işe akıl erdiremeyen bir arkadaş, Sayın Cumhurbaşkanı’nın önce planlanıp sonra da koronavirüs tedbirleri dolayısıyla ertelenen Bucak ziyareti ve mitingi için şahit olduğu uygulama için şöyle bir paylaşım yapmış:
“Bucak Belediye Başkanı’nın odasının kilitlerini bile değiştirmişler. Başkan bile odasına giremeyecekmiş. (Başkan AKP’li). Program ertelenince Başkan anahtarı alabilirse odasına girebilir artık!”
Sosyal Medya’da malzeme çok da, bir iki örnekle bitirelim:
“İmam Hatipleri övüp kendi çocuklarını özel okullarda ve yurt dışında okutuyorlar! Şehitliği övüp kendi oğullarını askere göndermiyorlar! Terörden korkmayın, hayatınıza devam edin deyip zırhlı araçlara biniyorlar! Günaydın olsun Türkiyem!”
Malum, bir de olur olmaz yere yapılan ihbarlar ve gazetecilerle ilgili tutuklamalar var. Bir şahitlik işi için uçakla Ankara’ya gelecek olan biri sosyal medya hesabına yazarak arkadaşlarından yardım istiyor:
“Sabah 08’00’de Esenboğa’dan Ankara Adliyesi’ne en kolay nasıl gidebilirim?”
Arkadaşlarından ya da takipçilerinden biri şu cevabı veriyor:
Uçaktan inince polis noktasına gidin ve AKP’yi eleştirin; yarım saate orada olursunuz!..”
Ya şuna ne demeli?
“Oğlana okuldan ödev vermişler; vergi ile ilgili. Bana sordu, ben de elindeki çikolatanın %60’ını yedim. Şimdi ağlıyor ama vergi meselesini de öğrendi kerata!”
İşte böyle… Güleriz ağlanacak halimize ama hani işime yaramadı da değil; yazıyı ben de Sosyal Medya kullanıcılarına yazdırtıp rahatladım.
Dilerim bu iğnelemelerden ilgili bütün kurum ve kuruluşlar, her türlü mevki – makam sahipleri ile birlikte millet olarak hepimiz kendimize düşen dersi alırız.