Haber peşinde koşarken ya da bir gerçeği paylaşırken kalemi silah, not defteri veya yazdığı yazı suç aleti sayılan bir ülkede gazeteci olmak zor zanaat.
Gazeteciler, "terör propagandası yapmak" veya "devlet sırlarını ifşa etmek" gibi geniş tanımlara sahip suçlamalarla karşı karşıya kalıyor. Bu suçlamalar, gazetecilerin haber yapmasını engellemek için bir araç olarak kullanılabiliyor.
Bazı gazeteler ve televizyon kanalları, yüksek para cezaları, ilan yasakları ve yargı kararlarıyla ekonomik olarak zor durumda bırakılıyor.
Bu da gazetecilerin özgürce yazmasını engelliyor ve mesleklerini icra etmelerini giderek daha zor hale getiriyor.
Gazeteciler yalnızca haber yaptıkları için saldırıya uğruyor, tehdit alıyor ve sokakta fiziksel şiddete maruz kalıyor. Böylece gazeteciliğin anlamı ve mesleğin itibarı giderek kayboluyor.
Gazeteciler Sendikası'nın verilerine göre, Türkiye'de 2024 yılı son çeyreğinde 31 gazeteci gözaltına alınmış ve bir çok gazeteciye yurt dışı çıkış yasağı gibi kontrol tedbirleri uygulanmış.
Her ne olursa olsun, bir gazetecinin yargılanması adil bir şekilde gerçekleşmeli. Gazetecilere yönelik sözlü ve fiziksel saldırılar ciddi bir şekilde araştırılmalı ve failler gerekli cezayı almalıdır.
Bu demokratik bir toplumun temel gerekliliğidir.
Gazetecilerin yaptığı tek şey, sokaktaki insanın sesini duyurmaktır.
Adalet arayan bir vatandaşın, şiddet gören ve cinayete kurban giden bir kadının, yolsuzlukla suçlanan bir yetkilinin...
Eğer yazdıklarımız hiçbir şeyi değiştirmiyor ve sadece bizi tehlikeye atıyorsa, gazeteci olmanın anlamı nedir?
Gazeteciye imtiyaz tanınmamalı ama haksızlık da yapılmamalı, adil bir şekilde yargılanmalıdır.
Şu anda bile bu yazıyı yazarken düşünüyorum: Paylaşmalı mıyım?
Yoksa kendime sansür mü uygulamalı mıyım?
Ama biliyorum ki sessizlik herkes tarafından kabul edildiğinde, gazetecinin vicdanı da ölür.
İşte bu yüzden her şeye rağmen yazmaya devam edilmelidir ve bu gazetecinin topluma olan borcudur.