M.Ö. 1000 yıllarında Orta İtalya’da, Roma şehri yakınlarında tarih sahnesine çıkan Latinler, otuz kadar şehir devletinde yaşıyorlardı. Roma da diğer halkların yanında, Latinleri de barındıran şehirlerden biriydi. Roma Krallığı genişleme, büyüme siyaseti takip etmeye başlayınca, M.Ö. 501 yılında Roma’yla, Latinler arasında başlayan savaşlar, M.Ö. 338 senesinde Roma’nın zaferiyle sonuçlandı. Latin beldelerinin katılmasından ve Latinlerin Roma vatandaşı olmasından itibaren Roma, Latin etkisine girdi.
Latin kültürü Roma’ya hâkim oldu. Latince Roma’nın tek dili hâline geldi, Romalılar, Latin dinini kabul ettiler. Roma’nın işgal ettiği coğrafyalarda, Latince baskın hâle geldi. İspanya, Portekiz ve Fransa, Roma’ya bağlı oldukları dönemde, Latincenin konuşulduğu ülkelere dönüştüler. Roma Hristiyanlığı kabul edince, kiliseler Latinceyi ibadet dili olarak benimsedi. Böylece Latince hem din hem de eğitim dili oldu. Germen akınlarına dayanamayan Roma yıkıldıktan sonra da Latincenin gücü devam etti. Hristiyanlığı kabul eden ilk Alman halkı olan Franklar, ileride Fransa adını alacak topraklara yerleşerek, zaman içinde yerli halkların konuştuğu Latinceyi konuşmaya başladılar.
Aynı gelişme İber yarımadasını işgal eden Cermen kabileleri içinde söz konusu oldu. Tabii bu süreç yüzyıllar aldı. 754 yılında Roma’da kurulan Papalık Devleti’nin resmî dil olarak kabul etmesi de Latincenin pozisyonunu güçlendirdi. Balkanlar dışında ve henüz Pagan olan halklar hariç, tüm Avrupa Katolik’ti. Papalık tek otoriteydi. Dolayısıyla Romanın hâkim olduğu topraklarda Latince baskın dil oldu. Roma sınırlarının kuzeyinde Latince konuşan yerli halklar olmadığından, Hristiyanlığı kabul eden Alman, Baltık ve İskandinav halkları dillerini, dolayısıyla kimliklerini korudular.
İspanya adına çıktığı seferde, Kristof Colomb’un Amerika kıtasını bulmasının sonrasında iki Latin ülke, İspanya ile Portekiz, kıtanın orta ve güney kısmını sömürgeleştirdi. Hayatta kalmayı başarabilen yerlilere, Katolik Hristiyanlığını, Latin dil ve kültürünü benimsettiler. Bugün Latin dünyası dendiğinde, iki sömürgeci güçle, sömürgeleştirilen memleketler kastedilmektedir.
Fransızlar, İtalyanlar, Romenler, ((Romenler, Ortodoks inancını benimsemiş Latin kökenli dil konuşan tek halktır.) İspanyollar ve Portekizliler, Latin kökenli diller konuşmakla beraber, bin yıldan uzun süre farklı devletlerin vatandaşı olarak yaşamış ve milletleşme sürecini tamamlamışlardır. Dilleri ve kültürleri farklılaşmış, müşterek değerleri çok azalmıştır. Dolayısıyla bunları, Latin ülkeleri olarak tasnif etmek yanlış olur. Portekiz ile İspanya aynı coğrafyayı, yani İber yarımadasını paylaştığından ve 600 yıla yakın süre Endülüs Araplarıyla beraber yaşadıklarından, kültürleri ve dilleri birbirlerine oldukça yakındır. İspanya, 16. yüzyılda, Portekiz’i işgal ettiğinden. Portekizliler uzun süre İspanyol tebaası olarak yaşadılar.
Amerika kıtasında, Meksika’dan Arjantin’e kadar olan İspanyolca ve Portekizce konuşulan, 20 milyon kilometre dolayında yüzölçümü olan yirmi memlekete Latin Amerika denmektedir. (Bazı uzmanlar, Fransızca konuşulan Fransız Guyana’sıyla Haiti’yi de Latin Amerika’ya dâhil ederler.) Brezilya halkı Portekizce, diğer Latin halkları İspanyolca konuşmaktadır. Latin Amerika’nın 620 milyon dolayında olan nüfusu, Fransızca konuşan iki ülkede dâhil edildiğinde, 630 milyonu geçmektedir. Latin Amerika ülkeleri ve iki sömürgeci devletin oluşturduğu Latin dünyasının nüfusu 690 milyonu bulmaktadır. Latince kökenli diller konuşan Katolik ülkelerde, 835 milyon insan yaşamaktadır. Latin Amerika, etnik olarak kozmopolit, dinî olarak homojendir. Protestan, Ortodoks ve Müslüman azınlıklar olmakla beraber, halkın % 95’ten fazlası Katolik’tir. Halkın baskın çoğunluğu dindardır.
İspanyollar geldiklerinde kıtada elli milyon civarında Kızılderili yaşıyordu. Kızılderililer Maya, Aztek ve İnka İmparatorlukları gibi güçlü devletler kurmuşlar ve orijinal medeniyetler meydana getirmişlerdi. Başlıca eksikleri, silah teknolojilerinin, Avrupalılara göre çok geri kalmış olmasıydı. Kızılderililer demirle, çeliği bilmediklerinden silah teknolojisinde Avrupa’dan yaklaşık üç bin yıl geriydiler. İspanyollar, ilk yerleşim birimleri olan Castilla de Ora’yı, Kolombiya ile Panama arasında kurdular.
Buradaki yerli kabilelerle iş birliği yaparak, Meksika’daki Aztek İmparatorluğunu yıkınca, Kolombiya’dan Kuzey Amerika’ya kadar olan geniş toprakları ele geçirdiler. Bilahare güneye yönelen İspanyollar İnka İmparatorluğu’nu yıkarak, Peru’yu işgal ettiler. Kızılderililer, eski dünyadan on bin yıldan uzun süredir kopuktu. Yani Avrupa’daki bulaşıcı hastalıklara Kızılderililerin bağışıklıkları yoktu. Dolayısıyla hem savaşlarda hem de bulaşıcı hastalıklar nedeniyle milyonlarca Kızılderili öldü. 1650 yılına gelindiğinde Kızılderili nüfusu sekiz milyona düşmüştü. İlk gelen İspanyollar, değerli mücevher bulup zengin olmayı hedefleyen maceracılar ve misyonerlerdi. Değerli mücevher bulamadılar fakat tarım yapılarak çok para kazanılabileceğini fark ettiler.
Çok kârlı olan vanilya, şeker ve kakao tarımına başladılar. Bahse konu ürünler Avrupa’ya Uzak Doğu’dan geldiğinden fiyatları çok yüksekti. Tarımsal faaliyetlerin başlamasıyla beraber, İspanyollar önce Kızılderilileri köleleştirmeye çalıştılar. Bunda hem başarılı olamadılar hem de yeterli sayılara ulaşamadılar. Bu nedenle Afrikalıları köleleştirerek Latin Amerika’ya getirmeye başladılar. Amerika’ya gelen İspanyolların büyük kısmı bekârdı. Bunların gayesi, kısa sürede zengin olarak İspanya’ya dönmekti. Afrika’dan çoğunlukla erkek köle getirildiğinden, Kızılderililerle yapılan savaşlarda, çoğunlukla erkek Kızılderililer öldüğünden ve onların hanımları, kızları ve kız kardeşleri köleleştirildiğinden, çok fazla karma evlilik ve gayrimeşru ilişki oldu.
İlk zamanlarda beyaz ve Afrikalı erkeklerle Kızılderili kadınların beraberliği yoğunken, zaman içinde beyaz erkeklerle zenci kadınların beraberlikleri de arttı. Bu beraberliklerin sonucunda ortaya melez bir toplum çıktı. Misyonerler sadece Kızılderilileri değil çoğu Müslüman ve animist olan Afrikalıları da Hristiyanlaştırdılar. Latin Amerika’da patron İspanyollardı. Diğer insanlar dertlerini onlara anlatmak zorundaydı. Dolayısıyla Kızılderililer ve Afrikalılar, İspanyolca öğrenmek zorunda kaldılar.
İspanyolların, Amerika’da uyguladıkları eşi benzeri görülmemiş “toplumsal hiyerarşi şemasının” en üstünde İspanya’da doğmuş olan soylular vardı. Onların altında yine İspanya’da doğan ama soylu olmayan askerlerle, sivil memurlar vardı. Onların hemen altında soylu kökenli kreoller vardı. İspanyollar, Amerika’da doğan annesi ve babası İspanyol olanlara kreol diyor ve kreolleri İspanyollardan ayırıyordu. Kökeni soylu olan kreolleri dahi, sıradan İspanyollardan daha aşağı seviyeye koyuyorlardı. Kreoller, Amerika’da asildiler ama İspanya’ya gittiklerinde, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar veya ebeveynleri kim olursa olsun aşağılanan insanlardı. Şemada onların altında soylu olmayan kreoller vardı. Onların hemen altında, babası İspanyol annesi yerli olan melezler vardı.
Onların altında babası İspanyol annesi Afrikalı olan melezler vardı. Onların altında sırasıyla, Kızılderili ve Afrikalı melezler, Hristiyan olarak doğan yerli köleler, Hristiyan olarak doğan Afrikalı köleler, sonradan Hristiyan olan yerli köleler, sonradan Hristiyan olan Afrika kökenli köleler, Hristiyan olmayan melez köleler, Hristiyan olmayan Afrikalı kölelerle, Hristiyan olmayan yerliler vardı. Şemanın en altındaki yerliler eğlence için dahi öldürülebilirdi. Hristiyan olmayan yerlileri öldürenler cezalandırılmazdı. Bunların üstünde yer alan Hristiyan olmayan köleler de öldürülebilirdi. Katil eğer öldürülen kölelerin sahibiyse sorun yoktu.
Eğer katil başkasıysa, köle sahiplerinin zararını tazmin edince dosya kapatılırdı. Amerika’nın kaynakları bitmez tükenmez olduğundan İspanyollardan daha zengin olan kreoller, İspanya’da dışlanıyor, İspanyollar tarafından aşağılanıyorlardı. Amerika’daki toplum süratle Hristiyanlaştı. Bunda Hristiyan olmayan kölelerin ve yerlilerin öldürülebiliyor olmasının da rolü oldu. Öldürülme ihtimali, gönüllü olmasalar da insanların Hristiyan olmasına yol açtı. Gönülden veya görünüşte Hristiyan olarak, canlarını güvenceye alıyorlardı. Görünüşte Hristiyan olanların çocukları ya da torunları, gerçek Hristiyanlar oluyordu. İspanyollarla kreoller, İspanyolcadan başka dil bilmediğinden, onlarla beraber yaşamak zorunda olan diğer halklar, İspanyolca öğrenerek, Latin kültürünü benimsedi.