Yazmak için niyetlendiğim bir konudur ve şimdi, kıymetli okur ile teati etmek isterim. Malumunuz olduğu üzre ülkenin kimi şehir ve kentlerinde Türkçeyi yok etme planı var. Cadde, meydan adları, DEM’li belediye meclisleri kararlarıyla değiştirilmek isteniyor. Bu niyet ile siyaset yapan Kürtçü siyasiler; asfalt yazılarına kadar Kürtçe kullanma gayretkeşi. Mesele belli; resmi dilin sınırlarını aşmak ve bu oyun (niyet olarak) yeni de değil. Malum Kürtçü partinin Türk ve Türkçe hazımsızlığı ise ideolojik... Mesela bunlardan biri kalkıp, sporu bile kin kusma aracı yapmıştı. Euro 2024 müsabakalarında Türk Milli Takımı’nın Portekiz’e yenilmesini bir çeşit intikamcı hazza eviren, ucuz imalat Türk nefretini Portekizli kisvesine bürünüp kusan türediyi biliyorsunuz. Dertleri tahrik, düşmanlık; yaptıkları da ırkçılığın daniskası…
Efendim, dilimizde tüy bitti; ama yine ve açıkça tekrar edelim. “Ben Kürt’üm” diyen Türk vatandaşla sorun yoktur; bu tümceyi “bilmem kaç kez söyledik ve sanırım kâfidir”. Hatta sürekli tekrar ediş, korkarım tevazuda ahmaklığa kaçar. Şuur ve ilke olarak “Ben Ermeni’yim”, “Ben Yahudi’yim” diyen vatandaşla da derdimiz olamaz; çünkü “vatandaş” diyorum, dikkat edelim ve o şuurdan bahsediyorum. Rahmetli ve Türkeşçi Levon Panos Dabağyan’ı tanımış biri kimliğiyle ifademdir.
Türkiye Devleti, vatandaşlarını taşıdığı etnik kimlikten dolayı anasından doğduğuna pişman edecek bir millet hasılası biriktirmemiştir, tarihinde yoktur. Biz, Almanya değiliz; etnili körlük Avrupa işidir. Evet, binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahibiz. Dolayısıyla devlet felsefemiz, isyan bayrağı diken asinin tepesini ezmekle de maruf. Başkaldıran, dirlik bozan, devlete halel getiren kardaşına dahi acımamış Türk. Keza Patrikhane kapısında asılan Ortodoks Patriği de bir bulvara adını vermeye çalıştıkları Şeyh Said de unutulmasın.
İnsanlık dairesinde bırakın Kürt’ü, Gürcü’yü, ötekini berikini; Türk yurdunda doğan her kişi, temel haklar noktasında herhangi bir handikap sayılmamalı. Bunlar indirgenemez, feragat istenemez ve yok sayılamaz haklardır. Hiçbir otorite bu hakları bağışlama ve lütfetme lüksünü ihsan edici değildir. Dilini, kültürünü, inancını, diğer vatandaşların özgürlük haklarının sınırına dek ifade etmek, yaşamak; o toplum ve devletinin medeni seviyesini gösterir ki tamam. Sayı ister 100 olsun, ister milyon olsun; bunları ifade etmeye ve müdafaaya “eyvallah” deriz; fakat meselenin esasını gözden kaçırmamaya da dikkat! O halde kimi temel referanslara değinmek mecburiyeti hâsıl olur.
Bu ülke Türk yurdudur ve tastamam bizlik tapusu bin yıllık. Anadolu kanla canla sayısız uğraşla Türk ahfadının terekesine kazınmış, bunda şüphe gitmez ve hakikati kimse silemez. Cumhurbaşkanı’nı Malazgirt’e götüren sebep TOKİ açılışları değil, 953. seneyi devriyesini saydığımız Sultan Alparslan’ın Ağustos 1071 zaferi idi. Elan ve her zaman önemlidir, yerkürede tarihi gerçekleri her zeminde cümle âleme bildirmek ile mükellefiz. Yine o gerçekleri aynı koşutta her Türk okuyup, araştırarak bilmekle de mecbur, sorumlu.
Soralım:
Sormadan evvel şunu bilelim ve tarihi tescil arayanlara hatırlatalım: Türkler, ordularla Anadolu’ya dayandığında “Kürt” isimli etnik topluluk var mıydı? Ben, açık, bildiğim yanıtları aktaracağım, itirazı olan, şerhini ve kanıtını düşer elbet. Anadolu’ya Türkler geldiğinde Hakkâri bölgesi hariç, hiçbir noktada kesif Kürt nüfusundan bahsedilmez; belgelere isnat iddia bu... 8. ve 9. asırlarda Arap kaynaklarında ifade bulmuş Kürt bahsi vardır; ama Anadolu’da değil, İran ve daha güneyde varit topluluklar zikredilir. Bu arada “Hakkâri” dedim ya… Orada çıkan mezar taşları (balballar) hakkında Yusuf Halaçoğlu’na bir bakılsın. Haddizatında 1071’den evvel Anadolu’da Türk varlığından bahseden kişi İlber Ortaylı gibi ekol bir tarihçi. Çok daha öncesine bakar ve Etrüskler’den bahsedersek (hiç yabana atmayın) Türklerin Anadolu hikâyesi kadim bir esrara bürünüyor ve muhtemel Anadolu konaklığı, kuvvetli emarelerle beliriyor. Bunu iddia edenler Türkler değil, İtalyan tarihçiler. Türk Tarih Kurumu tarafından yapılan sempozyum metnine isteyenler ulaşır. Not: Uzatmamak için Sümer bahsine girmeyeceğim.
Kesif Türk varlığı, Malazgirt Savaşı ile tarihleniyor; bu sarih durumun önemi, zaten Türk göçünün artmasıyla bağlı. Anlıyoruz ki Kürtlerin Anadolu’nun güneyi ve doğusunda beliren varlığı ve artan yoğunluğu bu tarih ve daha sonra ahval eden Türk tarihiyle ilişkili. Vaka o ki temelde Osmanlı-Safevi mücadelesi kritik eşiktir. Buna çoğu tarihçi itiraz getirmez. İran ve Irak dolaylarından Anadolu doğusuna kitle halinde Kürtleri göçüren sebep, Türkler arasındaki mezhep meselesi... Bilinenin aksine Anadolu’da Sünni varlık, öyle sanıldığı kadar ezici değildir. Tarih oyun etmese belki Anadolu’da 50-60 milyon Alevi veya Şii Türk’ten bahsedecektik. Keza anavatanı İran olan Kürtler de Şii değildir ki bu sebep önemli. İşte Türklerin mezhep mücadelesinde ciddi bir tersine göç hareketinin görüldüğünü tarihçiler ifade eder. Bu; Kürtlerin Anadolu’ya gelmesi, yayılması ve iskân edilmesi, Türklerin mezhep kavgalarıyla alakalı sayan ciddi bir görüş.
1400’lerde Diyarbakır’ı, Akkoyunlular başkent yapmış. Pekiyi diğer Türkmenler, Karakoyunlular o tarihlerde nerede yaşıyor? Muş ile Van’ın dönem tarihini bilen arkadaşlar cevap verebilir. “Dulkadiroğluları ve Urfa” dersek, alakasız mı?.. 30 antik ve o kadar da otantik halkı 12 bin yıl evvelinden bulaca edip, tarih tezi yumurtlayan Kürtçülere sormak lazım! Gereksiz, bundan da vaz geçelim, ideoloji ile körleşmiş tarih düşüklerine sormaya ne hacet. Biz, sualimizi Yıva Boyu ile ünsiyetlerini bilen Zeydanlı Aşireti mensuplarına soralım; onlar cevabı çok daha iyi verecektir. Hay, Avşar Boyu kardeşlerimize de İzollar’ı soralım, haberleri var mı? Hülasa 11, 12, 13 ve 14. yüzyıllarda ve sonrasında Anadolu’da ne görülür; esaslıca bakmak lazım.
Erzincan, Diyarbakır, Mardin gibi şehirlerin nüfus hareketliğindeki tarihi neden, Türklerin arasındaki mezhep kavgaları… Çaldıran Savaşı, bu iç hesaplaşmanın (akan Türkmen kanının ve İran’a göçün, yine güneyden Anadolu’ya Kürt göçünün) sonucundan başka bir şey değil. Bilgileri aktarmamın sebebi, kimseyi hakir görmek değildir; bilakis “Moğollar gitsin” saçmalığını ortaya atanların hezeyanlarına dönüktür. İki etnik kitle arasında hareket ve sonuçta Kürt yerleşimi belirteçlerinin tarihi sürece dayalı belirgin hatırlatması böyle… “Orta Asya’ya dönün” ezberi yaratan cehalet ve bundan maada Anadolu tarihinde (olmayan) tarihi referanslar ile Kürtçülük yapanlar kalkıp, uyduruk bir Kürdistan inşa ederse (kusura bakılır) yapılması gereken iktiza eder; tarihi hakikatleri paylaşırız. İdeolojik tarih teziyle Türklere hakaret ederek hem Anadolu bağlarına gelip üzüm yemek, sonra da bağcıyı dövmeye kalkmak!..
İnsanlık tarihi, göçler tarihidir. Anadolu’da (en aşağı) bin yıllık Türk hakkı, Türklerin söke söke Doğu Roma’dan aldığı imparatorluk hakkıdır. Türkiye Cumhurbaşkanı, o sebep Malazgirt’te idi... Dolayısıyla Silvan’da mezarı olan ve üç Haçlı seferini durdurarak, Konstantiniyye’den Kudüs’e giden yolu kapatan Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Kılıçarslan’ı yok sayan, adını Silvan Meydanı’ndan sildiren şuursuzluk, art niyetli ideolojik bir kindir.
Cumhuriyet, ülke insanı dört başı mamur yaşasın hedefinde ülkenin her yerine elini uzatmak isterken bu eli kesmeye çalışanlara siyaseten pirim verilmesi düşündürücü. Muhakkak Kürtler, gerçeği anlamakla ve ne istediklerini bilmekle mükellef... Eğer kendini ayrıştıran Kürt, “Türklere fenalık gelirse abat oluruz, hatta vatan kurarız” hülyasına kapılırsa cehennemin kapıları açılır, kimse kapatamaz. Açıkça ifade etmeli; benim anladığım manada Türkçülük, tarihi temeli ile bu coğrafyada sırıtmayan bir dünya görüşüdür ve Cumhuriyetin temel harcıdır.
Anadil, resmi dil; kültürel ifade, ulus-devlet; temel vatandaşlık, özerk/federal yahut bağımsız devlet niyetleri başka başka sonuçlar doğurur. Düşüncem o ki Türkçülük, birliği ve dirliği savunduğu halde alt kimlikleri reddetmemektedir. Ülkeyi bölmekten gayrı derdi olmayan siyasal Kürtçülük ile asla eş görülemez.
3-5 asırda değişen nüfusa göre hak iddiasına girerseniz, Suriyeliler 50 yıl sonra ne ister? 3-5 asır boyunca bu diyardan o diyardan göçen/göçürülen Türkmen boylarının tarihi akıbeti, keskin uyarıları hafızamızda yerini korumaktadır. Türkiye’de Kürt’ün yaşaması ayrı bir olgu ve kabul meselesiyken Kürtçülüğün fesat ve tehlikeli hamlesi ayrı bir konudur. Devlet kurmak, piknik çadırı kurmaya benzemiyor. Biz habererk.com vasıtasıyla tarihi notumuzu düşelim. Bin yılı düşünme yetisi olanlar ve Türklüğün ne olduğunu bilenler, ifademizin ne anlama geldiğini anlayacaktır.