Kamuoyu araştırmaları muhalefetin Cumhur ittifakının önüne geçtiğini gösteriyor. AKP ve MHP erirken millet ittifakının bileşenlerinin oy potansiyeli artıyor.
Siyasette değişim ihtimalinin belirmesi ile birlikte bundan sonrası ile ilgili analizler de çoğaldı. Herkes oturduğu düşünce ve ideoloji koltuğundan kendine göre yorumlar yapıyor. Ne kadar objektif olursa olsun, her yorum yorumcunun kültürel kodlarını, dünya görüşünü ve çokça da temennilerini yansıtır.
Bu değerlendirmeler içinde gerçeğe dokunanların yanında gerçeği dolanmayı tercih edenler de var. Bazıları daha ileri giderek, düşüncelerini paylaşmaktan ziyade empoze etme amacı taşıyor. Bunu anlamak için satır aralarına bakmak kafi. Bir yazıda, bir tarafa yönelik çokça tekrarlanan menfi şeyler varsa o yazının gerçek amacı o tarafla ilgili bir kanaat oluşturmak, diğer tarafı övmeden desteklemektir.
Mesela, muhalefet yükseliyor, kazanma ihtimali artıyor dedikten sonra, ama diye bir parantez açıp muhalefetin vaat ettiği yeni bir şey yok, veya muhalefet aslında başarısız, iktidar muhalefetin politikaları ile değil, kendi yanlışları yüzünden eriyor demek aslında bu partilere oy verenlere boşluğa oynuyorsunuz mesajı vermektir. Aynı tahlilin diğer tarafa verdiği mesaj ise, aslında bunların içi boş, kimi politikalarınızdan vazgeçerseniz kaybettiklerinizi yeniden kazanırsınız mesajıdır. Bu tür analizler iktidardan kopma düşüncesinde olan ama mütereddit seçmeni belki düzelirler beklentisine sokarak yerinde tutma amacı taşıyor.
Muhalefet başarısız ön kabulünden yola çıkarak yapılan analizleri çok doğru bulmadığımı söylemeliyim.
Muhalefetten ne olduğunu kendilerinin bile bilmediği veya somut olarak öneremediği hamleler beklemek,sözü içine bir şey koymadan söylemektir. Muhalefet devrim yapmayacak, bozulanı düzeltecek, ayarı kaçan sistemi onarıp, ülkenin siyasal kültürü ve ihtiyaçlarına uygun hale getirecek. Yönetimdeki dejenerasyona son verecek, kayırmacılığı bitirecek, her alanda adaleti hakim kılacak, kavga ve çatışma siyaseti yerine barış ve proje siyasetini getirecek... Bunu nasıl yapacaklarını, hangi kurumu nasıl ıslah edeceklerini tek tek açıkladılar. Yeni Türkiye'nin üzerine inşa edileceği değerlerin parametreleri için ise altı muhalefet partisinin görüşmeleri devam ediyor.
Bir defa şunu teslim etmek gerekiyor: Muhalefet partileri çok zor şartlar altında siyaset yapıyorlar. Farklı toplum kümelerine ulaşmakta zorluk çekiyorlar. Medyanın tekelleştirildiği, söz hakkının ellerinen alındığı bir zeminde mesajlarını kitlelere duyurmaya çalışıyorlar. Demokratik mücadele kanallarının iktidar tarafından tıkandığı bir yerde topluma ulaşabilmek büyük başarıdır. Zorluk sadece medya ambargosundan ibaret değil, devlet gücünü elinde bulunduran iktidar kimi zaman muhalefeti hapisle tehdit etmekten, terör örgütleri ile özdeşleştirmekten geri durmuyor. Son yerel seçimlerde İYİ Parti lideri sayın Akşener, CB Erdoğan tarafından hapisle tehdit edilmiş, o da "çantam hazır" diye cevap vermişti. Akşener'e yapılan saldırılar- bunlar daha iyi günlerin -denilerek teşvik edilmişti. Davutoğlu,Babacan gibi liderler konuşacak salon bulamadılar. Şehir Üniversitesi gibi bir eğitim kurumu Davutoğlu ile ilişkili diye kapatıldı. Baskılara rağmen bu liderler partilerini artık görmezden gelinmeyecek bir noktaya getirdiler. Daha bir kaç gün önce Saray gazetecisi Mehmet Barlas, CHP'yi kapatılma ile tehdit etti. Helalleşme hamlesi ile bir anda gündemi belirleyen Kılıçdaroğlu'na AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan, "darbe yapanlar gibi yargılanacaksınız" dedi. Varlıklarını kutuplaşma üzerine kuran partiler sosyal barıştan rahatsız olurlar. Kılıçdaroğlu'na AKP'nin verdiği tepki bu korkudan kaynaklanıyor.
Kamplaşma, kamplaşanları birbirlerini dinleyemez hale getirir. Kulaklarını sağır, gözlerini kör, akıllarını topal eder. Kitlenin, karşı tarafın etki alanına girmemesi için en kestirme yol kutuplaştırma, hasımlaştırma birbirini dinlemez hale getirmektir. AKP kitlesini ancak bu yolla konsolide ederek elde tutabileceğini biliyor. İşte iktidar bunu yapmaya, Kılıçdaroğlu bunu delmeye çalışıyor.Helalleşme politikası biraz da Kılıçdaroğlu'nun bu alana el atma teşebbüsüdür.
Erdoğan, etkisinde kaldığı Necip Fazıl Kısakürek'in, iktidar için "önce Babıali veya onun ifadesiyle Babıadi'nin ele geçirilmesi gerekir" düşüncesinden hareketle önce matbuatı ele geçirdi. Bugün onlarca televizyon, radyo ve gazete AKP'nin mesajlarını kitlelere taşıyor. Muhalefet, bir mikrofonla konuşurken Erdoğan aynı anda onlarca ağız ve mikrofonla konuşuyor. Bu füzeye karşı okla rekabet etmek gibi bir şey.Muhalefetin sesini cılız da olsa duyuran bir iki kanalın da AKP tabanına ulaşma ihtimali çok zayıf. Muhalefet medya yoluyla ancak zaten muhalif olan laik, kentli,demokrat ama aynı zamanda dini değerlere saygılı kitlelere ulaşabiliyor. Muhafazakar, milliyetçi veya sağda yer alan seçmenlere ulaşabilme imkanı çok kısıtlı. Bu kitleler, her gün iktidarın tek taraflı propagandası altında morfinleniyor.Aynı sözleri birçok kaynaktan duymanın etkisinde kalıyorlar. İktidar medyası bir nevi toplumsal gerçeklerle vatandaşın arasına perde koyuyor. Buna rağmen en büyük erime bütün telkin kanallarını elinde bulunduran iktidar partisinde meydana geliyor. Kasım 2015'de yüzde 49.5 oy alan AKP bugün hiç bir ankette yüzde 30'un üzerine çıkamıyor. Bu her üç seçmenden birinin AKP'yi terk etmesi demek. Bu erimenin bir kısmı ekonomik sıkıntıların parti aidiyetini aşacak noktaya gelmesi ise öteki de muhalefetin halkla kurduğu birebir temasın sonucudur.
Akşener'in il ilçe gezileri ile vatandaş kendi kendinin tercümanı olma imkanı buldu. Korkutulan,susturulan insanlar korkularını yenerek konuşmaya başladılar. Her muhalife bir kulpun takıldığı, yargının iktidarın sopası gibi hareket ettiği bir yerde bu korku duvarlarının yıkılması bile büyük başarıdır. Diğer liderlerin de mikrofon tuttuğu insanlar vasıtasıyla AKP'nin medya örtüsü delindi, insanlar az da olsa gerçeği görmeye başladılar.
Ama bütün bu başarılardan daha büyük olan şudur: Çanakkale Savaşını kaybeden İngiltere'nin Savaş Bakanı Winston Churchill; “Anlamıyor musunuz? Biz Çanakkale'de Allah'la savaştık tabi ki yenilecektik.” diyecekti. Allah'tan kastı, Türk askerinin ölümü Allah'a kavuşmak olarak bilmesi ve bu şuurla savaşmasıydı. Bu örneği şunun için verdim: muhalefet alelade bir siyasi parti ile mücadele etmiyor. En başta bütün devlet imkanlarını iktidarı için kullanan, kendini devletle özdeşleştiren bir parti ile mücadele ediyor. AKP,kendisine yönelik her eleştiri ve hamleyi devlete yönelmiş bir saldırı olarak takdim ederek etkisizleştiriyor. Elinde bulundurduğu imkanları karşıtlarını ayartmak için fütursuzca kullanıyor.Muhalefet bu ayartma politikasına karşı da dik durdu. Karamollaoğlu, Uysal gibi liderler önlerine konulan imkanları ellerinin tersi ile ittiler. Her şeyin alınıp satıldığı bir dünyada ilkeli davranmayı seçtiler. Parti-devlet özdeşliği yüzünden muhalefet eleştiri yaparken kılı kırk yarmak zorunda kalıyor. Ama daha önemlisi, Churchill'in Çanakkale için söylediklerinin bir nevi benzerinin siyasette de tekrarlanması. AKP kendini dinle, İslam'la özdeşleştirerek siyaset yapıyor.Tanrının partisi gibi davranarak muhaliflerini direk Tanrı'nın karşısına oturtuyor. İman ve küfrü AKP'ye oy vermek veya karşıtı olmakla tanımlıyor.Seçim kaybetmeyi Mekke'nin, Medine'nin kaybedilmesi olarak sunuyor. Muhalefeti Tanrının karşısındaki partiler konumuna düşürüyor. Erich Fromm yıllar önce, "insanlar artık Tanrı'yı dinlemiyor, Tanrı adına konuştuğunu söyleyenleri dinliyor," derken işte tam da bunu kast etmişti. İktidar, Tanrı adına konuştuğunu ima ederken, muhalefet halk adına konuşuyor. Muhaliflerine cehennemi gösteren bu politikaya rağmen muhalefet mesafe alıyor. İktidarın döşediği mayınlara basmamak, bu siyaset dininin gerçek olmadığını, yüce dinimizin bu tür siyasetlerden beri olduğunu göstererek yol alıyor. Önüne yüce Allah'ın ve cehennemin konulduğu bir ortamda bırakınız yol almak, ayakta kalmak bile başarı değil midir? İktidar sadece ne olduğunu veya ne yapacağını anlatmaya çalışırken, muhalefet aynı zamanda ne olmadığını(terörist,dinsiz,Fetöcü) anlatmak zorunda bırakılıyor. Ahlaklı siyasetin olduğu bir yerde siyaset yapmak kolaydır, ancak özel hayatların bile, "İslam'ın günahı teşhir o günahtan daha günahtır" ölçüsüne rağmen," genel...genel.. diye meydanlara taşındığı bir zeminde santim santim yürüyerek de olsa bu noktaya gelmek başarıdır. Daha hala tereddüdü olanlar varsa, dün on binlerin toplandığı İyi Partinin Denizli mitingine, Kılıçdaroğlu'nun helalleşme siyasetinin yarattığı olumlu havaya bakmaları kafidir.
2019'a kadar iktidar halkın umutlarına, muhalefet halkın korkularına sesleniyordu. İktidar şunları şunları yapacağız derken, muhalefet başınıza şunlar şunlar gelecek diyordu. 2019'dan itibaren roller değişti, iktidar proje üretme kapasitesini kaybetti, artık muhalefet toplumun umutlarına, iktidar halkın korkularına hitap ediyor. Korku siyaseti defans, umut siyaseti ofans siyasetidir. AKP uzun zamandır defans yapıyor, topluma umut verecek bir atak yapamıyor. Bunun için muhafazakar kitlenin korkularına tutunmaya çalışıyor. Defans siyasetinden umut siyasetine geçmek bile muhalefet adına önemli bir aşamadır.
Onun için entelektüel görüntüler vererek yapılan, muhalefete yönelik -küçültücü- analizleri bilimsel ve gerçekçi bulmadığımı belirtmeliyim.Doğru olan, evinin yolunu, eşinin- çocuğunun yüzünü unutan bu insanlara destek olmaktır. Muhalefete söyleyecek hiç mi sözüm yok? Elbette var! Ama bugün o gün değil.