Sabırla okumanızı dilerim…

Malum, serde Türkçülük var. Ülkede kimi kısır uçlarda dolaşanlar eksik olmadığı için bugün, mevzuya rijit bir girişe niyetlendim. Konu; ırk meselesi ki bize de pek sallar andavallılar... Hakikatte karmaşık ve ilmi bir iş ki öyle kestirme cevaplara da nazır değil. Hızlıca davranıp soralım madem; sizce Türk ırkı var mıdır? Hani şöyle “resmedin de bilelim şu Türk’ü” diyeceğimiz… Yozgat Sorgun’da yaşayandan Sibirya’nın ötesindeki Saha Türk’üne dek resmedilmiş bir tablo, nasıl?!. Epey geniş bir tablo olmaklığı vazıh değil mi? Mesela her ortalama Alman, Alman’a veya Japon Japon’a benzerken…

Bu meselede bir malumat verelim: bilfarz bir Türk ile Aborjin arasında biyolojik/genetik benzerlik ortalaması, yüksek ihtimalle %85’in altında çıkmazmış; ilmen meraklananlar Biyolog Ergi Deniz Özsoy’a bakabilir... Sebebi, insan türüne ait genetik varyasyon çalışmalarının bildiğimiz ırk ayrımını (etnili yapıyı değil, o ayrı konudur) çoktan ortadan kaldırmasıdır. Dahası var ki mesela Japon ile Çinli iki kişinin benzerlikleri ve görece genetik yakınlıkları, bu uzak Asya insanlarını bizden (kıllı, bıyıklı Oğuzlardan) ırak tutmuyor. Dolayısıyla bugün (1960’lardan beri) ırk işine kafa patlatan ulema, ten (beyaz, sarı ve siyah) farkına artık “sarı ırk” veya “beyaz ırk” dememekte ve insanda ırki farklılığın konuşulamayacağı ilan etmektedir.

Konu fazlaca bilimsel, dolayısıyla nakil bilgi aktarımı yapmaya çalışarak haddi aşmak ve can sıkıcı olmak istemem; ama biraz değinmek de gerekli... Genetik araştırmaların hiç birinde biyolojik açıdan insanlar farklı tanımlanamıyor; yani Türk ile Kürt ya da Ermeni insan türü ayrımına genetik kodlarda kapalı. Elbette varyantlar var; ama bunların hepsi işbu genetik havuzun türevi ve serpilme diyagramımız bir o kadar esnek. Yani hepimiz Âdemoğluyuz vallahi!

Biyolojik açıdan konuştuğumuzu tekrar ederken aklınıza şayet ten renkleri geliyorsa itiraz edecekler hiç heveslenmesin! Ten rengi korelasyonu/ilgileşimi (bilinene manada) ırkı asla tanımlamıyor; aksine coğrafi etkenler, iklim koşulları “gen” dediğimiz kodlara baskın. Oradan oraya diyar diyar göç eden atalarımızın dayanıklı olduğu da aşikâr. Olamayanlar seleksiyon icabı çoktan yok olup gitmiş zati. Bizim Atalar, seçilmiş ve kaçınılmaz maceraya dayanmış babayiğitlerdir! Ki Sibirya Ormanlarından Ötüken’e dek menzil tutmuşlar. Bence ilk etnik temel vasfımız bu ola! Yörük/yürük Türk, yürümeyi sevmiş, her şeye dayanmış. Gerçi Vikingler de böyle bir macera yazmışlar; ama onlar sarışın kabileden… Sibirya’dan seğirtip kutsal Ötüken Yış’a varmasak Etiyopya yükseltilerinde yahut Güney Afrika platosunda bildiğiniz zenci Türkçüler olarak kalabilirdik! Bozkurt yerine totemimiz n’olurdu bilemiyorum; ama sanırım Aslan ya da Kartal bize pek yakışırdı. Bu hesapla bal gibi Afrikalı Ülkücü görürseniz şaşırmayın, Türkiye’den Brezilya milliyetçisi çıkarsa da üzülmeyin!

Biz Türkler, bu genetik organizmanın ve çeşitliliğin içinde kendi hikâyesini düzen insanlığın bir tayfıyız, tıpkı diğer kavimler gibi; daha doğrusu kavim halini alan insan toplulukları gibi… İşte etnisite ve bildiğiniz tüm farklılaşmalar, yakınlaşmalar burada başlıyor. Sosyal hayvan olan “homosapiens”in aklı ve evirilen yeteneği ile toplu halde bir seviyeye varmasından başka bir şansı da olamazdı zaten. Bugün, göç ile uzak coğrafyalara uzanarak, 70-80 bin yılı bulan kadim hikâyenin elan gerçeğiyiz ve gizemli geçmişimize ufaktan dokunuyoruz.

Demek istediğim şudur; kandan kaynaklı bir ırkçılık olamaz; o halde doğal bir ırkçılık da olamaz. Kandan kaynaklı ırki saflığı sadece atlarda aramak lazım gelir. Hele Anadolucuların dediği gibi dört bir yana coşmuş akıncı Türklerin şeceresinde saf kan arayışa girmek hem beyhudedir hem anlamsızdır. Kandan deliren fantastik bir ırkçının nadir genetik varyantta bulacağı sayı %5’i geçmeyecektir, o da bu hesap el değmemiş tür bulabilirse...

Pekiyi biz neyiz? Biz Türkler, budunlar toplumuyuz; rızalı, paydaşlı, töreli; Asya’yı mesken tutan bir öbek halklar bütünüyüz. Orhun Kitabeleri de aynen bunu söylüyor kardeşim. Batıya, kuzeye, Desti Kıpçak ve Kafkas’a, Akdeniz’e dek bu halde yürümüşüz. Yani Türk, kaynaşmış halklar hareketi… Akrabalık ve kültür böyle oluşmuş, dil böyle gelişmiş, devlet o halde akledilmiş ve tarih böylece yazılmış. Kazak, neden Türk; Kırgız, Nogay, Saha, Kıpçak neden Türk, sebebi bu… İmdi anlaşılır oldu mu Başbuğ Atatürk’ün “ne mutlu Türküm diyene” veczi, bilemem? “Yahudi Türkler” köşe yazımı bu hesap yazmış idim. Vallahi kendini Türk hisseden Türk’tür, bitti…

Biz Nasıl Türkçüyüz

E bizim Türkçülüğümüz nedir? Efendim, bizim Türkçülüğümüz, bu şuurun belirimi, sahiplenişi, muhafaza ve birliğidir. Muhafazakâr olduğum tek konu, o sebep Türkçülüktür! Kan ölçer aletle dolaşmıyor, kafatasının arka kısmında yumru aramıyoruz. Varlığımızı korumak gibi asil, haklı bir meselenin tarihi, antropolojik, kültürel ve toplumsal izlerine bakarak Türkçü oluyoruz. Türkçülük; Frenk’in, Acemin, Grek, Slav ve Arap’ın yaptıklarına karşı zoraki bir direniştir. Bu sebeple Türk denilen toplumların tarihin bir döneminde parlattığı töreye meftun olduğumuz kadar bir mazlum halklar meselesi olduğndan sebep de Türkçüyüz. Ermeni’ye, Kürt’e sövmek için değil! Levon Panos Dabağyan’ın Türkçülüğünü de ancak böyle anlayabilirsiniz. Akıllı Türk, Türkçü olan Türk’tür!

Pekiyi genetik Türkçülüğümüz var mı? Var tabii; neden olmasın! Önce bir not: bakın Türkçülüğe sallayan zavallılar; ırkçılık denilen içi pis ve boş kavramın uzağında, bize adam gibi bakmayı belleyin; cahil olmayın. Biz neyi tarif ediyorsak o’yuz; çünkü takıyye bilmeyiz; hizmet hareketi falan da çıkmaz bizden… Hoş, Atsız’ın romantik Türkçülüğü olmasa da gübre ağızlık yapanlar olacaktı elbet. Neyse; bunu bırakalım ve konuya dönelim. Şu ifademdir; aynı popülasyonun içinde ortak yönlerimizin pekiştiği ve “Türklük” dediğimiz varlığa ait her birey, bizim için türdeştir, yani birinci derece kardeştir. Yakın akrabalığı reddedecek halimiz yok. Ama!.. Ama bir dakika; refah seviyesi yüksek olan ile Türkeş’in “aç hürler” dediği Türkler arasındaki gen ifade düzeyini de gözden ırak tutmayız. Birinin protein sentezi coşarken öteki Türk’ün makarna kafa olmasına rıza göstermez bizim Türkçülük… Bizim siyaset anlayışımız işbu genetik akrabalık düzeyine toplumcu eşitlik ve hak ile bakmaktır. “Ver mehteri” yahut şükret meselesi değil kıymetli okur. “Ne mutlu Türk’üm diyene” demenin hakkını vermek için her Türk, üzerine düşeni yapmakla mükelleftir. Hâlâ 300 bin lira maaş almaya devam eden hanımefendi de dâhil, “beytülmal”a vaziyet edenler de… Biri daha iyi semirecek, sırça sarayda yaşayacak; ezecek, sömürecek ve hasta olduğunda her nevi tedavisi, istediği hastanede yapılacak; garip Türk de irade buyrulan yaşam koşullarında kıvranacak, IQ’sü dibe vuracak. Yok, öyle Yağma Hasan Böreği, öyle bir Türkçülüğümüz yok! Aha, işte genetik Türkçülüğümüz budur. Kemal Üçüncü Hocamın kulakları çınlasın.

Aynı toplumun içinde (birey tercihi hariç) farklı kaderlerin dikte edilmesini istemeyen adam Türkçüdür. Okumayı, aydınlanmayı seven adam Türkçüdür. Milletine siyaset üstü bakan adam Türkçüdür. Yaşadığı vatanın dağını taşını, ormanını deresini seven ve korumak isteyen adam Türkçüdür. Türkçü, özge insanını Alevi, Sünni diye ayırmaz; kimsenin dinine diyanetine de karışmaz.

Hülasa;

Bize saygı duyana misli ile mukabele ederken husumet besleyene şamarlık yanak uzatacak adamlar hiç değiliz.