Medyada yazı karalama hevesi olan bir âdemin esaslı ve doğru tetkik yapabilmesi, bu işin mütemmim cüz’üdür. Elbette bu tetkik hâli, veri ile mesnet, nitel vasfı sağlamsa demokrasiye, topluma ve bilgi erişim hakkına kıymeti sayılamaz yararlar sunar. Hangi mecrada yapılıp yazıldığı da kanımca hiç önemli değildir, yeter ki işbu düsturla amel edelim. Memleketini seven ve onunla dertlenen insan; arar, bulur, okur ve meram öyle böyle takdir edilir.

Sürekli tetkik halini önemseyenler katarındayım ve memleket ahvalini gördüğümüz üzre yazıya döküyor, okurlarla paylaşıyoruz. Dolayısıyla tezgâhının dümeni bozulmasın isteyenler, adamın adamı olanlar, ideolojik körler ve güce tapanlar bizi sevmez ki ne gâm!.. İşte bu sebep “habererk.com”un ne radde önemli bir memleket hizmeti ifa ettiğini not düşeyim diye belirtmek istedim. Adeta Sokrates’in “at sineği” mecazında doğru bildiğini görev edinmiş İsmail Türk sağ olsun, habererk.com’a bir teşekkür, çok değildir.

Son yazımda “cinnet” halimizden bahsetmiştim ve bu duruma gelişimiz pıtrak gibi; bir tabakada harlanan lav ifrazıyla belli sosyal-psikolojik meselelerin derinleşmiş sonuçlarına dayandık. Bugün taşınamaz bir yük ile karşı karşıyayız; toplum ruhiyatımız tehlike çanları çalıyor. Hatırlar mısınız, Sn. Bahçeli uzun zaman önce toplum psikolojimizin ciddi sinyaller verdiğine işaret eden bir açıklama yapmıştı, unutuldu gitti (yazıyı 12 Ekim’de yazdım, MHP’den buna bir açıklama gelmiş). Şimdi vahim, acı ve ibretlik olaylarda görüyoruz ki misliyle kahredici haberler düşüyor medyaya. Alın bir örnek: Gaziantep’te Ahmet Demir, eşi ve dört çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti… Bir aileden 6 kişi; nasıl ifade edelim?!. Şimdi devlet umurunu merak ediyorum; 85 milyonluk ülke hesabıyla bu vahameti münferit vakalar diye geçiştirmeye yahut unut(tur)maya umarım çalışılmaz; çünkü çıplak gerçekliğimiz öyle acıtıcı ki…

Bir memleketi bitirecekseniz eğer o ülke insanlarından güven duygusunu söküp almanız kâfi. Mesela toplumsal güven, birbirimizden emin olmak… İtimattır, yarına umuttur; kişi madden, manen tükenmez, direnci kırılmaz, yaşadığı topluma eminlikle bakar ve çoluk çocuğu öyle büyütür. Kaldı mı?.. Yine devlete güven ile kurumlara olan güvenin refüze edilmesi?.. Vatandaşın burada derdi büyüktür. Eşik yarılır olduysa vaziyetiniz düşmana bayramdır.

Biteviye yaza dururuz, saya geldiklerimde “ipti sorumluluk siyaset kurumu ile siyasetçilerin payına düşüyor” babında cümle, çok etmişimdir. Bunlar (siyasiler) akıl almaz işler ediyor ve biz, toplum olmaktan payını alamamış kalabalıklar da öyle seyrediyoruz. Bu akıl almaz gidişle kurumları refüze eden siyaset, devlet mevhumuna ve millete zarar veriyor, umarsızlığı bir türlü anlatamıyoruz. Dahası onu gören vatandaş, partizan, patron; gazeteci, rantiyeci, yandaş-yoldaş bırak tepki vermeyi, her kim ise imam-cemaat hikâyesinde olduğu gibi ölçüyü arşınlıyor, hamleyi yapıp, katmerli indiriyor ensemize!

Markette fiyat takip edemez olmuşum, ervahım yanar. Şu talihsizliğe bak ki “düşene bir tekme de sen vur” diyenlerin ülkesindenim; Japon’dan duymadım böyle cümle meziyet, bu örnek Yunan’ın değil, bihakkın bizimdir. “Düşene sen de vur”! Yani (bizim gibi) yarı-şark memleketlerin kaderi zahir: bir yerin düzeni darp olur, bozulma/çöküş (tıpkı hastalık gibi) her yana sirayet eder, başlar vurgun! İki adım ileri gideriz, sonra on adım rücu edişle daha beter noktada kendimizi buluruz; biz böyleyiz; nasıl kader! İstediğiniz kadar yol ve köprü yapın beyzâdem; olmuyormuş; konu elbet yol, köprü değil; Atsız’ın dediği gibi bir toplumda ahlak çöktüyse fezaya astronot da göndersek nafile…

Biz Türkçüler, kulağımızın üstüne yatamayız, yığınla sorunumuz var ve onları görmemek için yüzümüzü kapatamayız. Sesimiz soluğumuz çıkmazsa da mertek sırtına vuruluyor memleket evladının; hem de semersiz… Vatandaş, inanmayın artık şu fıkralara; “bana ne, hırsız yatağımda değil ya” diyen bir Nasrettin Hocamız yoktur arkadaş, böyle bir ahlak ve kültür olamaz, nahak; ama daha beterleri vardır. Her gün o raf etiketlerinde değişen fiyatlar, emek ve alın terinin, çoluk çocuk rızkının ve istikbalin çalınması değil de nedir? Güven duyulan memlekette işçi, işten çıkarılma korkusu yaşar mı? 3. Dünya altyapısına sahip Gsm operatörleri serbest piyasa koşullarında kârını dikerken bilançosuna, nas’ı nasıl feda ettiğinizi sağır sultana mı anlatalım? Bir tuhaflık var bizde, hepimizde; bir çürümüşlük var değerler nispetinde. Vallahi bir tuhaflık…

Ülkeyi yöneten belli; madem yazıya geçelim teklifimizi: iktidar kendi sesini duymaktan çok, kendisi gibi olmayanların, konuşmayanların sesini duysa çok hayırlı olur; kendine de memlekete de mübarek bir iş eder. Ki çoğu an sizden (iktidar) ve sizin gibi (iktidardan) olanlar aynı nakaratı tekrar ede ede zamanla söylediklerini bile duymaz, anlamaz hale geliyor. Toplumlar özgürlükten kaçar mı? Evet, bunu yaparlar, sürüleşen ve özgürlüğü bilmeyenler bunu da yaparlar. Vicdan ve irfan hür değilse bal gibi yaparlar. Tek şansınız vardır bu yüzden; daha çok irfan, vicdan, özgürlük ve demokrasi. İhtiyaç budur.

İktidar, öyle bir iktidar olur ki kendine bile muktedir olamaz artık, nefeslenmek gerekir; eve dönüp dinlenmek, aklı toplamak gerekir. Madem şimdi “anayasa” diyorsunuz, alın buna odaklanın; mesela değiştirin siyasi partiler kanununu, seçim kanunu… Yani önce kendinizi bir düzeltin. Elbet bir anayasa ile 85 milyonluk dertler çözülür olmasa da en azından bir şeylerin farkında olunduğunu anlarız. Yoksa böyle bir memleket ahvalinde ezilmek, sömürülmek, sindirilmek sıradanlaşıyor ve düşünenler, sorgulayanlar ses çıkaramıyorsa değil 3 yıl, 10 yıl; asır geçse düzelmek kimin harcı!

Düşünüyorum ve aklıma şu cümle düzülüyor: “zor dönemlerde iktidarlar eleştiriyi daha da önemsemelidir”. Bu harbi ve hasbi önemseme, toplumsal güveni diriltici, yeniden ihya eder bir yol sanırım. Sebep o ki kendinden eminlikle sıfır hatada hitam eden ya da tolere edilir hatada kalan bir iktidarı şimdiye dek görmedim azizim. Ha… Her eleştiren muhalif değildir, muhalif olsa da tetkikle sağaltılan samimi tenkit değerlidir; ama biz Hallaç Mansur halt etmişiz; muhalif de sevmeyiz.

Hâsılı kelam;

Güvensiz bir kalabalıklar dehlizinde yaşamak iç karartıyor, ülke kanırta kanırta yoruyor. Konduramıyorum o Boğaz’a bakan surlarda yaşanan vahşeti, İstanbul’a… Millet ki hiçbir kuruma güvenemez olmuş, ilahiyatçı Mustafa Hoca 45 dakikadır onu anlatıyor youtube kanalında. Erkilet yolunda açmış camını bir adam, belli ki servis çeken bir minibüs şoförüne ana avrat düz gidiyor. İsmet, çalıştığı kurumun kapısı önünde içtiği sigaranın izmaritini yine kapının önüne atıyor. Kimse Cum’a hutbesini anlatmıyor artık. Ne işçi işçiye güveniyor, ne Ülkücü Ülkücüye… Tuhaf günlere kaldık azizim; tuhaf günlere.