İnsanlık tarihinde ilk devletlerin ortaya çıkmasından hemen sonra, o devletlere mensup bürokratların, bilim-fikir-din adamlarının hatta bizzat sultanların mensup oldukları ve/veya hizmet ettikleri devletin güçlenmesi, hakimiyet alanını genişletmesi ve varlığını sürdürebilmesi için öneriler, stratejiler ve fikirler ileriye sürdüklerini görüyoruz. Konfüçyüs’ün öğretisi o kadar benimsendi ki Çin devletini ve halkını binlerce yıl etkilemekle kalmadı zamanla dine dönüştü.

Nizamülmülk’ ün siyasetnamesi, Orhun Anıtları, Abbasilerin takip ettikleri devlet politikasını savunmak için Cahız’a hazırlattıkları Türklerin Faziletleri adlı çalışma, bizim tarihimizdeki bu kapsamda ele alınabilecek eserlerden birkaçıdır. Petro’nun Rus Çarlığının resmi stratejisi haline getirip vasiyetine koydurduğu ‘’sıcak denizlere inme’’ politikası ve İngiltere’nin devlet politikası olarak benimseyip 200 yıl uyguladığı ‘’Rusya’nın sıcak denizlere inmesini önleme’’ siyaseti, nesillerce takip edilen en meşhur stratejilerdir.

Büyük devletler; Kara Hakimiyeti, Kenar Kuşak Hakimiyeti, Deniz Hakimiyeti, Hava Hakimiyeti, Ostpolitik, ve Rimland gibi teorileri esas alarak geliştirdikleri stratejileri ve politikaları yıllarca kararlılıkla uyguladılar. Bir örnek vermek gerekirse, SSCB, Afganistan’ı işgal ederek sıcak denizlere yakınlaşmaya çalışıyordu. ABD, mücahitlere destek vererek kenar-kuşaktan çevreleme stratejisini uyguluyordu.

Soğuk savaşın stratejileri, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte hükümlerini kaybettiler. Düşmansız kalan Batı boşluğa düştü. Bu dönemde uluslararası kamuoyunu etkileyen ve genel kabul gören ilk düşünce, Fukuyama tarafından ortaya atılan ‘’Tarihin Sonu’dur’’ Buna göre ‘’liberal demokrasi’’ kesin zafer kazandı. Bütün milletler liberal demokrasiyi kabul edecekler ve bu sistemi en iyi uygulayan devletler başarılı olurken uygulamayanlar ya da olması gerektiği gibi uygulamayanlar yok olacaklar.

Türkiye’yi batı dünyası açısından anlamsız hale getiren Tarihin Sonu tezi, kısa sürede terk edildi. Zira kapitalizmi benimseyen ve uygulayan Rusya, ekonomik olarak yağmalanmış ve siyasi olarak dağılma noktasına gelmişti. Bu çöküşten yola çıkan Dugin, Avrasyacılık düşüncesini ortaya attı. Rusya’da giderek popüler olan Avrasyacılık Putin ile iktidara geldi. Dağılmak üzere olan Rusya, yeniden büyük güç pozisyonuna yükseldi. Ekonomik açıdan liberalleştirilecek olan Çin, uluslararası sisteme eklemlenerek komünizmden vaz geçecekti. Oysa bunun tam tersi oldu. Ekonomik olarak kapitalizmi benimsemiş ama siyasi olarak komünizmde ısrar eden bir dev çıktı ortaya.

Batının peşine düştüğü ama kısa sürede çürütülen Brzezinski’nin ‘’Büyük Satranç Tahtası’’ tezinin en zayıf yanı, ülkelerin ne kadar güçlü olduğunun sağlıklı değerlendirilememesiydi. Askeri olarak çok güçlü olan SSCB’nin, ekonomik nedenlerle yıkılması, ülkelerin değerlendirilirken askeri güçlerinin yeterince dikkate alınmamasına yol açmıştı.

Bu dönemde Afganistan’a Taliban’ın hakim olması, İran’ın giderek radikalleşmesi, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi üzerine İslam dünyasında Batı aleyhtarlığının artması ve El-Kaide tarzı örgütlerin sansasyonel terör eylemleri yapması, Huntington’un ‘’Medeniyetler Çatışması’’ tezini ortaya atmasına zemin hazırladı. Bu teze göre, İslam medeniyeti, hakim pozisyonda olan Batı medeniyetine meydan okumaktadır. Bu iki medeniyetin çatışması kaçınılmazdır. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), bu tezden yola çıkarak oluşturuldu.

Bu projeye göre radikal dinci terör örgütlerinin ve Orta Doğu’daki Batı aleyhtarlığının nedeni diktatörlük rejimleriydi. Bu rejimler yıkılır ve yerlerine dine saygılı demokratik rejimler kurulursa terör örgütleri ve Batı karşıtlığı doğuran Orta Doğu bataklığı kururdu. BOP, sadece rejimlerin değiştirilmesiyle sınırlı değildi. Gerekirse haritalarda değiştirilebilirdi. Ülkeler bölünebilirdi.

Bush ve son yıllarına kadar Obama yönetimleri, BOP’u kararlılıkla uyguladılar. Fakat gelişmeler, düşünülenlerin tam tersi oldu. Afganistan ve Irak’ın işgalleri nedeniyle terörist sayısı patladı. Mevcut terör örgütleri çok güçlendi. Yeni terör örgütleri kuruldu. Hepsinden önemlisi Batı aleyhtarlığı zirve yaparken, radikal İslamcılar iktidara gelmeye başladılar.

Mısır’da Batı taraftarı Mübarek devrildi yerine Müslüman Kardeşler geldi. Tunus’ta seçimleri İslamcı el Nahda kazandı. Cezayir’de iç savaş başladı. İşgal edilen Irak İran’ın, Afganistan Taliban’ın kontrolüne girdi. Libya’da, ABD’nin destekleyerek Kaddafi’nin devrilmesini sağladığı muhalifler, Bingazi Başkonsolosluğunu basarak Amerika’nın Büyükelçisini öldürdüler. Bu gelişmeler üzerine ABD, aleyhine sonuç veren BOP’u uygulamaktan vazgeçti.

Bu vazgeçişle eşzamanlı olarak, başkan olmak için Cumhuriyetçi Partide ön seçimlere katılan Trump, ortaya yeni bir tez attı. Trump’a göre ABD, Çin’in meydan okumasıyla karşı karşıyaydı. ABD, BOP yüzünden batağa saplanıp boş işlere trilyon dolarlar harcarken, Çin dünya pazarlarını ele geçirmişti. Çin ekonomisi sadece bir yılda, Orta Doğunun en zengin ülkesi olan Suudi Arabistan’ın toplam milli gelirinden daha fazla büyüyordu. Yani Çin’e sadece bir yılda bir buçuk Arabistan ekleniyordu. Orta Doğudaki ülkelerin tamamının toplam ekonomik büyüklüğü, Çin’in üçte birinden azdı. Batı birlikte hareket ederek Çin’in büyüme hızını düşürmeliydi.

Trump, bu görüşleri seslendirerek başkan seçildi ve gümrük vergilerini arttırarak ve kotalar getirerek Çin’in büyümesini yavaşlattı. Eğer diğer Batı ülkeleri de Trump’ın politikalarını benimseseydi, Çin’in büyüme hızı daha da yavaşlardı. Biden’da Çin ile ilgili politikaları aynen sürdürdü. İki liderin arasındaki en temel farklılık, Rusya politikalarıyla ilgilidir. Trump, Rusya’yı Çin’den kopararak Batı Blokuna eklemlemeyi düşünürken Biden’a göre Rusya zayıflatılmalıydı.

Yani Filistin’de, Lübnan’da ve Suriye’de yaşadığımız ve Irak’ta, Yemen’de ve İran’da yaşayacağımız gelişmeler BOP ile ilgili değil. Şii Hilali yok ediliyor. İran zayıflatılıyor.