Din ve demokrasi farklı alanlardır, birbirleriyle mukayese edilmeleri yanlıştır. Din bir hayat rehberidir, model insanı Hz. Peygamberdir. Demokrasi bir yönetim biçimidir, yönetime toplumun bütün katmanlarını dahil etmeyi amaçlar.Özgürlükçüdür, böyle olduğu için de çoğulcudur.
İslam'la demokrasi arasında zıtlık kuranlar, en çok bu noktadan hareket ederler, İslam'ın farklılıklara müsamaha göstermediğini, İslam'a girmenin mümkün, çıkmanın mümkün olmadığını ileri sürer, mürtetlerin -ölümle- cezalandırılmasını örnek olarak verirler.
Demokrasinin Müslümanlar için bir yönetim modeli olup olamayacağı sorusunun cevabı, İslam'ın farklılıklar karşısındaki tavrında gizlidir. Farklı dinlere hayat hakkı tanımayan hiç bir din çoğulcu bir yönetim modeli ile bağdaşmaz. Aynı şey ideolojiler için de geçerlidir.Demokrasi çoğulculuğu,bir arada yaşamanın anahtarı olarak görür.
Peki İslam, gerçekten dinden çıkmayı bir ölüm sebebi saymakta mıdır?
Bunu anlamak için önce temel kaynaklara, sonra da İslam dünyasındaki uygulamalara bakmak gerekir. Kuran'da dinden çıkmayı ölümle cezalandıran tek bir hüküm yoktur.Bu konuda alimlerin mutabakat içinde olduğunu söylemek mümkündür.
Dinden çıkmanın ölüm sebebi gibi görülmesi, peygamber efendimizin vefatından sonra ortaya çıkan irtidat olaylarıyla yakından ilgilidir. Bazı kabilelerin zekat vermeye yanaşmaması ile yalancı peygamberlerin ortaya çıkması kamu düzenini sarsmış, sert tedbirlerin alınmasını gerekli kılmıştır. Zekat vermeye yanaşmayanların üzerine gidilmesinin sebebi, dinden çıkmış olmaları değil, düzene baş kaldırmış olmaları, yalancı peygamberlerin üzerine gidilmesinin nedeni de isyan edip devlet varlığını tehdit eder hale gelmeleridir. Nitekim daha önce Müslüman olan yalancı peygamber Müseylime, etrafına topladığı insanlarla Yemame'yi ele geçirmiş, ancak Halit Bin Velid'in komutasındaki bir ordu tarafından bertaraf edilebilmiştir. Birçok alim isyan etmedikçe dinden çıkanlara karışılmayacağı kanaatindedir.Cabiri, mürtedin hukuki konumunu, inanç özgürlüğü referansı değil,vatana ihanet, devlet ve millete savaş referansı belirliyor derken bunu kastetmektedir. (El-Cabiri,İslam Düşüncesinde,Demokrasi,İnsan Hakları ve Hukuk,s.295)
İnanmak gönül işidir,insanlar inanmaya zorlanamayacakları gibi, bir inançta kalmaya da zorlanamazlar.Aksi takdirde inanmayla/inanmama arasındaki çizgi belirsizleşecek, zora iman, Hakka imanın yerini alacaktır. Allah kulunu iradeden yoksun kılarak iman konusunda onu zorlama altında bırakmamış, tam aksine inanıp inanmamayı onun serbest iradesine bırakmıştır. Sorumluluğun sebebi de insanın tercihlerinde özgür olmasıdır. İslam'da savaş, insanları zorla İslam'a sokmak için değil,din yüzünden baskının ortadan kalkması, din ve vicdan hürriyetinin sağlanması içindir. İslam'dan çıkan kişilerin öldürülmesi ilk bakışta dinden çıktıkları için gibi görülse de gerçekte din değiştirdikleri için değil, sosyal düzeni bozdukları,İslam'a ve kurulu düzene savaş açtıkları içindir.(kuran Yolu,C.1.,s.406)
Batı dünyasında İslam'ın içinden firar edilmesi mümkün olmayan bir hapishane gibi görülmesi daha ziyade sonraki uygulamalarla ilgilidir. Zamanla dindarlıkla bağnazlık iç içe geçerek, -dinde zorlamayı- yasak eden özgürlükçü tutumun yerini almış,din içi farklılıklar bile birer sapma olarak görülmeye başlanmıştır.Abbasiler dönemindeki Kuran mahluk mudur, değil midir tartışmaları (Mihne olayları),Selçuklular döneminde Şii-Sunni, Şafi-Hanefi kavgaları, rey ehli- hadis ehli gerilimi bunlardan bazılarıdır. Buna her farklılığı tehdit olarak gören siyasi bakış da eklenince,İslam kendi çerçevesi içinde olanlara bile tahammül edemeyen bir din görüntüsü vermeye başlamıştır.
İslam tarihine küçük bir bakış bu gerçeği göstermeye kafidir.İmam-I Azam İslam fıkhının en önemli ismi, gerçek anlamda zirvesidir. Peygamber'e atfedilen bütün rivayetlerin sahih addedilemeyeceğini söylediği için, başta İmam-I Buhari olmak üzere ehli Hadis tarafından şiddetle eleştirilmiş, sapkın ilan edilmiş, tekfir edilmiştir.
İmam-I Gazali, Büyük Selçuklular döneminin en büyük alimlerinden biridir. O da görüşlerinden dolayı Farabi ile İbni Sina'yı tekfir etmiş, tamamen mezhep taassubuyla İmam-ı Azam'ı aşağılamıştır.Osmanlılar döneminde ebu Suud efendi birçok fetvasında farklı düşünenleri zındıklık ve mülhitlik ile itham etmiş,başlarının vurulması yönünde fetva vermiştir.Dinin, tercihlerinde serbest bıraktığı insanlar, din kisvesi altında dini bağnazlığa kurban edilmiş, neticede dinden çıkanın öldürülmesi ile ilgili bir algının oluşmasına sebebi olunmuştur.
İslam'da din ve vicdan özgürlüğü esastır, bu özgürlük sadece bir dine inanmayı kapsamamakta, dinden ayrılmayı da kapsamaktadır. "Dinde zorlama yoktur" ayetinin nüzulü ile ilişkilendirilen olay bu gerçeğin en bariz ifadesidir: Ensar'dan Husayn'ın iki oğlu Şam tüccarlarının etkisinde kalarak Hıristiyan olurlar. Husayn bu duruma çok üzülür ve çocuklarının İslam'a dönmeleri için baskı yapar.Aralarındaki problem büyüyünce de hep beraber Peygambere giderler,"Dinde zorlama yoktur" ayeti bu olay üzerine nüzul olur. Hz. Peygamber de Husayn'dan çocuklarına baskı yapmaktan vaz geçmesini ister.(Elmalı,Hak Dini,Kuran dili, C.2,s.863-864)
Görüldüğü gibi İslam, din ve vicdan özgürlüğünü sorumlu tutulmanın şartı olarak görür.Din içi baskıyı da, din dışı baskıyı da bu prensibe aykırı bulur, zorla imanı, iman, zorla ibadeti, ibadet olarak görmez. Kimseyi dini tercihlerinden dolayı dünyevi bir cezaya tabi tutma cihetine itmez." De ki Hak Rabbinizdendir. Dileyen inansın dileyen inanmasın" der.(Kehf,29) Peygamberin bir zorlayıcı olarak değil, öğütçü ve bildirici olarak gönderildiğini ifade eder. Dolayısıyla tekçi bir dünyayı değil,çoğulcu bir dünyanın gerçekliğine vurgu yapar.