Bir önceki yazımda, siyasilerin “bile bile lades” kabilinden hatalar/günahlar işleyip “Allah bizi affetsin” ya da “Tevbe edip kurtuluruz” mantığıyla din dışı hareket ettiklerini misalleriyle anlatmış ve son cümle olarak, “Velhasıl, siyasiler neler işler, başa gelir olmaz işler ve hiç de iyi değil bu gidişler” demiştim.
Gerçekten de gidişat hiç de iyi değil. Ekonomik darboğaz aşılamamış, çevredeki ateş çemberi soğutulamamışken koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aylardan beri İstanbul seçimleri ile yatıp kalkması doğru değildir. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar partisi yetkililerinin iftar ve sahur programlarına katılıp Mübarek Ramazan ayı boyunca siyasi konuşmalar yapmaları hiç de hoş olmamıştır. Haber Kanalı olarak bilinen televizyonların, bu konuşmalar başlar başlamaz en önemli programlarını bile “zırt” diye keserek bağlanmaları ise ayrı bir konudur ve Türkiye’de profesyonel yayıncılığın olmadığının, bu işin olmazsa olmazı olan tarafsızlık ilkesinin ayaklar altına alındığının en büyük delilidir. Böyle bir uygulama Batı ülkelerinde düşünülemez bile ama üçüncü dünya ülkelerinde dahi eşine rastlanacağını sanmıyorum.
Anadolu’da, yapılan bir yanlış için “Allah’ın gücüne gider” denir. Eminim ki, Ramazan ayının ve tutulan oruçların, yapılan ibadetlerin ruhuna hiç de uygun olmayan, insanları uhrevi âlemden alıp siyasetin girdaplarına götüren bu konuşmalar Allah’ın gücüne gitmiştir. Bütün bunlar da yetmezmiş gibi, İstanbul Eyüp’teki cami açılışından sonra Diyanet İşleri Başkanı’nın caminin giriş kapısının hemen önündeki merdiven basamaklarında siyasi bir konuşma yapan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında durması doğru değildir. Orada öyle bir konuşma yapılması ve Diyanet İşleri Başkanı’nın koruma gibi durması hoş karşılanamaz.
2018 Ramazan’ında Malatya’da verilen bir iftarda Sayın Cumhurbaşkanı yine bir konuşma yapmıştı. 2. Ordu Komutanı Metin Temel Paşa’nın o konuşmayı alkışlaması ne kadar doğru değilse, bir Diyanet İşleri Başkanı’nın da siyasi konuşma yapılan ortamlarda bulunması, olacak iş değildir. Yalnızca bu iki örnek bile Kışla ile Cami’nin siyasete kurban edildiğini belgelemektedir. Bir önceki Genel Kurmay Başkanı Milli Savunma Bakanı olarak atandıktan sonra zaten Genel Kurmay Başkanlığı makamı adeta ortadan kalkmış gibidir. Çünkü daha önce Genel Kurmay tarafından yapılan açıklamalar ve birlik ziyaretleri artık Milli Savunma Bakanı tarafından yapılmaktadır. Öyle ki, bu yazıyı yazarken ben bile şu andaki Genel Kurmay Başkanımızın adını hatırlamakta güçlük çektim.
Diyanet İşleri Başkanı’nın siyasi konuşma yapılan ortamlarda bulunması, siyasilerle görüntü vermesinin sakıncaları sıralamakla bitmez. Çünkü bazı makamların bir ağırlığı vardır ve o ağırlığı kaldırabilmek gerekir. Bu konuda, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin tedrisinden geçip icazet alan öğrencisi İmam Ebu Yusuf’a önemli bir vasiyeti var. Diyanet İşleri Başkanı bunu elbette bizlerden daha iyi bilir de, burada tekrar edip hatırlatmakta fayda var:
“Ey Yusuf! Sultan ile muamelende ateşten faydalandığın gibi ol. Ondan uzak dur, fazla yaklaşma. Çünkü sultan kendisini başkalarıyla aynı konumda görmez. Huzurunda çok konuşmaktan sakın. Çünkü kendisini etrafındakilere senden bilgili göstermek için, söylediklerini bir süre aleyhine tutar ve onları kendi ilmi olarak satar, seni hatalı çıkarır, itibarın azalır. Huzuruna girdiğin zaman haddini bil, senin dışındakilere de hak ettiği değeri ver. Sultanın yanında tanımadığın bir ilim ehli var iken huzuruna girme. Eğer sen ondan aşağı bir seviyedeyken daha bilgili olduğunu göstermeye çalışırsan, seni bir zarara uğratır. Ama sen ondan daha bilgili olduğun halde konuşurken ondan aşağı seviyede kalırsan sultanın gözünden düşersin. İlmi ve hukuki meselelerde sana teklif edeceği işlerden kendine ve mevkiine uygun gördüklerinden başkasını kabul etme ki hükümet işlerinde başka bir yol tutma ihtiyacında kalmayasın. Sultanın dostları ile buluşma. Sultana kendin yaklaş. Etrafındakilerden uzaklaş ki şerefin ve merteben yerinde kalsın. Sana soru sordukları zamanlar dışında halk önünde konuşma.”
Bir önceki Diyanet İşleri Başkanı’nın özellikle görevinin son dönemlerinde yaşadıkları sanırım İmam-ı Azam hazretlerinin bu öğütlerinde ne kadar isabetli olduğunu açıkça göstermekte olup ibret almayı bilenler için bir hakikat olarak ortada durmaktadır.
Ne yazık ki günümüzde din görevlileri siyasetle içli dışlı olmaktan hoşlanıyorlar ve adeta bu duruma itilmiş durumdalar. Türkiye’de, dağdaki çobandan camideki imama kadar herkesin siyasetle uğraşması hoş değil. Hal böyle olunca, mesela Eyüp’te Cumhurbaşkanı ve Diyanet İşleri Başkanı cami merdivenlerinde yan yana durup siyasi nitelikli konuşmadan alkış alırlarken, Ekrem İmamoğlu Pendik’te namaz kıldığı camiden çıkarken cami ve ibadet adabından habersiz kendini bilmez bir güruh tarafından protesto edilebilmektedir. Birleştirici ve kaynaştırıcı olması gereken caminin ayrılıkçılığın fitilinin ateşlendiği yer haline gelmesi ve Allah korusun, İslam Tarihi’ndeki “Mescid-i Drar = Zararlı Mescid” hadisesinin hortlatılmasına zemin hazırlanması çok ama çok tehlikelidir. Siyaset kurumu ile Diyanet bunun vebalinden kurtulamazlar. Görülen odur ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın söyleyegeldiği “Cami merkezli bir hayat” bu gidişle kesinlikle gerçekleşmez.
Kısacası tez elden tedbir alınmaz ve uyuyanlar uyanmazlarsa bu işin böyle gitmeyeceği, gidemeyeceği açıktır.