Tarih boyunca dinler savaşına sahne olan Filistin bölgesi ve Kudüs’te Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi Yavuz Sultan Selim gibi önemli şahsiyetlerin izi var. Kudüs’ün önemi onlardan da önce Hz. Süleyman tarafından Beytü’l Makdis’in yapılmasına ve Hz. Muhammed’in Mirac mucizesinden kaynaklanıyor. Müslümanlık, Hristiyanlık, Musevilik için kutsal bir şehir. Onun için paylaşılamıyor. Ancak ne var ki Müslümanlar birlik olup haklarını koruyamadıkları için her zaman olageldiği gibi hak etse de etmese de hak güçlünün eline geçiyor ve Müslümanlar ancak ağlayıp sızlanıyorlar, bol bol da nabızlara göre şerbet vererek hamasetle dualarla teselli bulmaya çalışıyorlar. Oysa boş laf ve gayretsiz dua askıda kalıyor. Müslümanlar bunu bir türlü anlayamadılar, idrak edemediler. Anlayamıyorlar, idrak edemiyorlar.
Yazımın başlığı çok manidar değil mi? El kadar bir memleket olan Filistin’de birlik yok. El Fetih ayrı çekiyor, Hamas ayrı çekiyor, Filistin Lideri diye bildiğimiz Mahmut Abbas’la Hamas Lideri İsmail Haniye arasında iktidar kavgası var. İşte, dünyada yaşayan her dilden, her dinden milyarlarca kişinin gözleri önünde bir defa daha gösterdiler ki birbirlerinin cenazesine bile gitmeyecek kadar ayrılar, bölünüp parçalanmışlar. Maddi güçleri, teknolojileri, destekleri yok. Oysa şahsi ihtiraslarından sıyrılıp birlikte akılcı politikalar üretebilseler, hiç değilse yanı başlarındaki İslam Ülkelerinden manevi ve diplomatik destek alabilseler durum çok daha farklı olabilirdi. Bütün bunlar olmadan Hamas, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e saldırarak zaten son darbeyi vurmak için sebep arayan Netenyahu’nun eline büyük bir koz verdi. Yani Hamas’ın attığı ok havada kalırken füzeler, bombalar, tanklar ve toplar olarak geri dönüp zavallı insanları vurdu. Görünen cürmünün dışında büyük bir teknoloji devi olan ve arkasına Amerika başta olmak üzere bütün Batı dünyasını alan İsrail Hamas’ın hüküm sürdüğü yerleri baştan başa talan etti, taş taş üstünde kalmadı. 60 binden fazla ölü, çok daha fazla yaralı verildi. Savaşın daha da durduğu, duracağı yok. En sonunda Hamas Lideri İsmail Haniye hem de İran’da İsrail tarafından düzenlenen suikasta kurban gitti.
İsrail, 14 Mayıs 1948’de devlet olarak kurulduktan sonra hemen her fırsatta Filistinlilere saldırıyor, adım adım işgal ediyordu. 2017 yılının Nisan ayı sonlarında bir tur organizasyonu ile Kudüs’e gitmiştim. Mescid-i Aksa’ya asker bariyerlerinden, kontrollerden geçerek girebiliyorduk. Bunu da geçtik, imamın hemen sağ arkasına konan koltuğa kurulan İsrail askeri Mescid-i Aksa’ya giren herkesi kolaçan ediyor, elindeki telsiz ya da telefonla da bir yerlerle haberleşiyordu. Bu durum çok ağırıma gitmiş, dönüşte, “Asıl Ağlama Duvarı İçimizde, Hepimizde” başlığı altında uzunca bir yazı yazmıştım. Türk Yurdu Dergisi’nde yayınlanan yazım, aynı başlıkla tarama yapılarak okunabilir. İşte o yazıdan kısa bir bölüm:
“…Yahudilerin Kudüs’teki “Ağlama Duvarı” önünde duvara vurarak ağlayıp sızlamalarını komik buluyoruz ama ne yazık ki İslam âlemi ve bu âlemin hemen her ferdi kendi ağlama duvarını yanında taşıyor. Oysa üretmeden tüketip ağlayıp sızlanarak gözyaşı dökmenin hiçbir faydası yoktur ve olmayacaktır. Nitekim yıllardan beri, “Dış güçler, Siyonistler, Küfür ehli, Vahşi Amerika, Katil Avrupa vs.” diye sızlanmamız dert üstüne dert katmaktan başka hiçbir işe yaramadı.
Kudüs’ün ve Ortadoğu coğrafyasının elimizden çıktığı dönemlerde 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın yaveri olarak bölgede bulunan ünlü yazar Falih Rıfkı Atay, o günleri anlattığı “Zeytindağı” isimli eserinde bu durumu çok güzel ifade ediyor: “Gözyaşının hiçbir faydası olmadığını anlamak için, Yahudilerin Kudüs’te yüzlerce yıldan beri her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz: Yüzlerce yıllık gözyaşı, bu ağlama duvarını bir santim aşındırmamıştır.”
Buna rağmen biz hem Yahudilerin ağlama duvarı seremonilerini tuhaf buluyor hem de kendi ağlama duvarlarımızı her daim yanımızda taşıyarak ağlıyor, ağlıyoruz. Mescid-i Aksa’nın kıble tarafında onlar kendi ayinlerini yapıyor, ilahiler okuyor, hatta eğlenip şarkılar söylüyorlar ve Ağlama Duvarı önünde dertlerini dile getirip içlerini boşaltıyorlar. Orada o sahne yaşanırken ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın içinde ise beş vakit namaz kılınırken bile Mihrap’la Minber arasında, İmam’ın hemen bir metre yakınında Yahudi askeri kendisine tahsis edilen koltukta bacak bacak üstüne atıp cemaati kolaçan ediyor. Keza El Halil kentindeki Halil’ür-Rahman Mescidi’ne asker kontrolünde izinle ve birkaç turnikeden geçilerek girilebiliyor. Bu ağlanası hâller haklı olarak bize Kahramanmaraşlı Sütçü İmam’ı hatırlatıyor ve ruhuna Fatihalar gönderiyoruz. O, “İşgal altındaki bir beldede Cuma namazı kılınmaz!” diye feveran ederek Maraş’ın işgalden kurtarılıp “kahraman” olması yolunda ilk kıvılcımı çakmıştı. Biz ise, işgal altındaki Hazreti Ömer, Selahaddin Eyyubi ve Yavuz Sultan Selim yadigârı Kudüs’ü ve hiç değilse Mescid-i Aksa’yı hürriyetine kavuşturacak politikalar geliştirmek yerine İsrail’in minnetine sığınıp “Bizleri buraya tekrar tekrar gelmeyi nasip et.” diyen hocaların dualarına “Âmin” demekle yetiniyoruz. Kısacası hep ağlıyor, ağlıyoruz. Çünkü Müslümanların taştan, topraktan yapılan sabit bir Ağlama Duvarı’na ihtiyaçları yok; her Müslüman fert ağlama duvarını yanında taşıyor ve her fırsatta ağlıyor, ağlıyor…”
Diyeceğim o ki İslamiyet’in en kutsal üç mescidinden biri yıllardan beri İsrail’in ablukası altında idi ve üstelik içeride yapılan ibadetler bile İsrail askerlerinin gözetiminde yapılıyordu. Keza Filistin’e giriş çıkışlar, giren çıkan mallar da İsrail’in iznine, denetimine, hiç değilse gözetimine tabi idi. Tabir yerinde ise eli kolu bağlanıp kuşatılmış bir Filistin vardı ortada ve o da kendi içinde El Fetihçiler ve Hamascilar olarak ayrılmıştı. Böyle bir durum varken ve şartlar oluşturulmadan İsrail’e saldırmak bile bile lades diyerek yangına benzin dökmekti. Kim ne derse desin, eğri oturup doğru konuşarak ve dahi hem nalına hem mıhına vurarak Hamas’ın tam da bunu yaptığını söylemek zorundayız.
Önceleri pek dillendirilmemişken o konuda bir beyanı olduğu söylenerek ve bazı anlatımlardan çıkarılarak Haniye’nin Türk asıllı olduğuna dair paylaşımlar yapılıyor. Bu konuda Osmanlı arşivlerinde bir belge olmadığını söyleyen arkadaşlar oldu. Yine de araştırılıyor. Ayrıca Türk olsa ne olur, olmasa ne olur! Arap alemi adeta seyirci kalıp İsrail’i destekleyen davranışlar içinde bulunurken Türkiye yıllardan beri Filistin meselesine destek çıkmadı mı? Çıkmaya da devam etmiyor mu? Bunu yaparken de Haniye kimdir, Abbas nedir diye bakılmadı ki! Üstelik onlar Ermeni meselesinde, Doğu Türkistan konusunda aykırı davranışlarda bulunmalarına rağmen! Öyle değil mi?
Onun içindir ki biz, “El Fetih, Hamas, Abbas, Haniye, Filistin Nereye” diye soruyor ve diyoruz ki, bu iş hamasi nutuklarla ve gayretsiz dualarla çözülmez. Çünkü samimi, ihlas sahibi Müslümanlar duanın kabul olması için kendilerinde de bir gayret, bir samimiyet, bir içtenlik olması gerektiğini bildikleri için “Gayret bizden, tevfik Allah’tan” derler. Önce Filistin kendi içinde birlik olmalı, Arap alemi kendine gelmeli ve ardından dünya kamuoyu üzerinde çalışmalar yapılmalıdır. Bazılarının ata binip kılıç kuşanarak gösteri yapmalarıyla, kimi medya kışkırtıcılarının dolduruşa getirmesi ile hareket edilemez.
Birinci Dünya Savaşı bir suikast üzerine ateşe körükle giden basiretsiz yöneticilerin gayretkeşliği, İkinci Dünya Savaşı da Hitler isimli diktatörün dizginlemez hırsı ve saldırganlığı sonucu çıkmıştı. Şimdi Türkiye sakin olmalı, "Asarız keseriz, gideriz, gireriz" gibi tehditleri bırakıp Atatürk ve İnönü'nün dış politika çizgisini devam ettirmelidir. Atatürk büyük bir öngörü ile Türkiye’yi Ortadoğu bataklığından çıkarıp komşu ülkelerin iç işlerine karışılmamasını tavsiye etmiş, İsmet Paşa da İkinci Dünya Savaşı’na girmemizi önleyerek milletimizi ve devletimizi büyük bir felaketten kurtarmıştı. Milletimize ve devletimizi yönetenlere düşen de akıl yolundan sapmamaktır.
Mescid-i Aksa içinde İmamın hemen sağ arkasındaki koltukta oturan İsrail askeri
Fotoğrafı, Osman Oktay Nisan 2017'de çekmiştir.