1. Dünya Savaşında Arapların Osmanlıya ihanet ettiği tespiti, genelleme yapma alışkanlığımızdan kaynaklanıyor. Eğer Şerif Hüseyin Arapları temsil ediyorsa evet Araplar bizi arkadan vurdular. Peki Şerif, Arapları temsil ediyor muydu? Bir kişi, bu kadar kalabalık ve çok geniş coğrafyalarda birbirinden kopuk yaşayan bir milleti temsil edebilir mi? Gandi’nin Hintlileri, Mandela’nın Güney Afrikalıları, Atatürk’ün Türkleri ve 1970’lerde ve 1980’lerde Arafat’ın Filistinlileri temsil ettiği söylenebilir. Şerif bu çapta bir figür mü?
2. Abdülhamit, ayrılıkçı eğilimleri bilinen ve İngilizlerle samimi olan Şerif Hüseyin’i İstanbul’da ikamete mecbur tutmuştu. Kuzeni Şerif Ali Mekke emiriydi. İttihatçılar yönetimi ele geçirince Şerif Ali’yi 2. Abdülhamit’e yakın olduğu için görevden aldılar. Şerif Hüseyin’i de ‘’muhalifler muteberdir’’ düşüncesiyle Mekke Şerifi yaptılar. Yanlışlarını fark ettiklerinde iş işten geçmişti.
Şerif önce İngilizlerle, kendisinin krallığında Arap yarımadasını, Yemen’i, Büyük Suriye’yi ve Irak’ı içeren bir Arap devleti kurulacağında anlaştı. Akabinde isyan etti. Mekke’yi ele geçirmesi bir ay sürdü. Zira peygamberimizin soyundan gelmesine ve İngilizlerin sonsuz desteğine rağmen destekçisi çok azdı. Halkın Türklerden yana tavır aldığı Medine’yi hiç alamadı. Medine, Mondros’tan sonra teslim oldu.
Şerif Hüseyin savaş bitene kadar vur-kaç eylemleri ve eşkıyalık yaparak Osmanlılara zarar verdi. Şerif, Osmanlı orduları bugün Misakı Milli dediğimiz sınırlara çekilince, İngiliz ordusuyla beraber Şam’a girebildi. Şerif’e halk desteği olmadığını anlayan İngilizler tek Arap devleti projesinden vaz geçtiler. Şerif’in oğlu Faysal’ı kral yaparak Suriye krallığını kurdular. Bu krallık halkın sürekli isyan etmesi nedeniyle dört ay sürdü. Şerif bırakın Arap imparatorluğu kurmayı Suudilerin ilk saldırısında Hicaz’ı da kaybetti. Zira Osmanlıya ihanet ettiğinden Hicaz halkı tarafından sevilmiyordu. Kıbrıs’ta tek başına öldü.
Arap coğrafyasının diğer bölgelerine baktığımızda vaziyet şuydu: Cezayir 1830 senesinde Fransızlar tarafından işgal edildi. Osmanlı Yeniçeri ocağını yeni kaldırdığından işgale direnemedi. Fakat Şeyh Abdülkadir liderliğindeki direnişçiler tam otuz yıl savaştılar. Artık direnecek güç kalmayınca Şeyh, Osmanlı topraklarında ikamet etmesine müsaade edilmesi şartıyla teslim oldu. Libya’da, Enver ve Mustafa Kemal Paşaların liderliğinde başlatılan direniş, 1. Dünya Savaşı sırasında da devam etti. Direnişçilerin lideri Şeyh Sinusi müritleriyle birlikte Milli Mücadeleye destek olmak için Anadolu’ya geldi ve muharebelere bizzat katıldı.
Yemen’de Zeydiler İngilizlerle savaşmayı, 1962 senesine yani son imam Nasırcı subaylar tarafından devrilene kadar sürdürdüler. Yani Yemenlilerin Osmanlıya ihanet ettiği söylenemez. Kaldı ki Yemendeki Türk askerlerinin de ekseriyeti isyancılarla birlikte İngilizlerle savaşmaya devam etti. Yemen’deki İngiliz komutanı Jacob merkeze gönderdiği raporlarda ‘’Yemende sadece Zeydilerin değil Şafilerinde Osmanlıya sadık olduğunu ve Şerif Hüseyin’i fasık kabul ettiklerini’’ belirtir.
Mesela Irak’taki Araplarda büyük oranda Osmanlıya sadık kaldılar. Özellikle sadık kalacakları düşünülmeyen Şiiler, İngilizlerle yapılan muharebelerde çok sayıda şehit verdiler. İngiliz işgali altındaki Mısır’da İttihatçı damar çok kuvvetliydi. Öyle ki İngiliz sefirinin raporlarından sabotaj eylemlerinin arkasının kesilmediğini öğreniyoruz. Sefir 1914 senesinde gönderdiği raporda 33 yıllık işgal dönemini değerlendirir: ‘’En büyük başarımız ahaliyi ‘’Türk’üz’’ demekten vaz geçirmektir’’. Bu tarihlerde doğan Mısır’ın ilk başkanın isminin Cemal, ikinci devlet başkanının isminin Enver olması tesadüf değildir. Cemal Paşa Kanal harekatını Mısırdaki İttihatçıların desteğiyle yaptı.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu örneklerin yanında Şerif’in, Asir’deki İdrisilerin, Suriye’deki ayrılıkçıların isyan ettikleri ve ordumuzu arkadan vurdukları da gerçektir. Bu iki grup dışında bir üçüncü grup vardır ki savaş sırasında tarafsız kalmaya çalışmışlar ve iki tarafı da idare etmişlerdir. Savaşın akıbeti belli olunca İngilizlerden yana tavır almışlardır. Suudiler ve Körfez’deki emirlikler bu kapsamda değerlendirilebilir.
Yapılan bir genel yanlışta 19. Yüzyılda meydana gelen isyanlarla savaş sırasındakileri karıştırmaktır. Osmanlı 2. Mahmut döneminde merkezileşme çalışmalarını başlattı. Bu politikaya yerinden yönetilmeye alışmış olan halkların hepsi isyan etti. İsyan edenlerin kimisi, Suudiler gibi ezildi. Kimisi, Zeydi İmam ve Asir Meliki gibi başarılı olarak Osmanlıyla masaya oturdu. Ama isyan edenler sadece Araplar değildi. Türkler, Kürtler ve Balkan halkları de defalarca isyan ettiler. Hülasa Araplar o günde bugünkü gibi param parçaydı.
Bizde nasıl Arap aleyhtarı propagandalar yaygınsa Arap dünyasında da Osmanlı üzerinden Türk aleyhtarlığı yaygındır. Sadece yaygın değil aynı zamanda sistematiktir. Zira Araplar Osmanlıdan sonra emperyalistler tarafından sömürüldüler. Hem o dönemde hem de akabinde kurulan ulus devletler devrinde Osmanlı günah keçisi yapıldı. Taze devletler Osmanlı yani Türk aleyhtarlığını varlık sebeplerinden biri olarak kabul ettiler.
Türkler 1600’lerin ikinci yarısından başlayarak 1917’ye kadar Ruslarla savaştılar. Balkan halkları Rumeli’de her türlü mezalimi yaptılar. Onlarla bile iyi ilişkiler kuruyoruz ki doğru olan budur, Araplara tarihsel sebeplerle düşmanlık yapmak çok yaman bir çelişki olur. Bu coğrafyada komşu milletler arasında ilişkilerin kötü olması sadece emperyalistlere yarar.
Hele Arap ülkeleriyle ilişkilerimizi geliştirmeye, Sadabat Paktının kuran Atatürk’ün yolundan gittiklerini iddia eden Atatürkçülerin karşı çıkmasını anlamak mümkün değildir. Türkiye, içişlerine karıştırmamak ve içişlerine karışmamak şartıyla bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmalıdır. Asla rejim ihraç etmemelidir. Hele Orta Doğu’da ve Balkanlarda, maalesef ve haksız yere iyi algılanmayan Osmanlı, katiyen referans gösterilmemelidir.