Hepimizin malumu olduğu üzere, son günlerde siyasî şiddet içeren bir gündem içindeyiz. Sağolsun siyasi liderlerin hiçbiri de itidal çağrısı yapmıyor. İtidal çağrısı yapan görünenler dahi bir nevi hesaplaşma arzusu içinde…Halbuki liderler, milletvekilleri ve toplum önündeki kişilerin bu konularda büyük sorumluluk ve vebal içinde olduğunu unutmamak gerekir.
Siyasette veya günlük hayatta her an eleştiri ile karşı karşıya kalabiliriz. Tabii ki eleştiri ahlâkî olmalı, yapıcı olmalı, doğruluk içermeli. Ancak bu ilkelere tüm siyasilerin uyması gerektiğini düşünüyorum. Hatta siyasi iktidarı elinde tutanların bu konuda daha dikkat etmesi olmazsa olmaz bir tavır olmalıdır. Aksi takdirde TBMM kulislerinde bir kelebek kanat çırpsa, Anadolu’nun ücra bir köşesinde fırtına kopacağını tahmin etmek zor değil.
Büyük Türk Milleti’nin seçerek başa getirdiği hiçbir milletvekili, hiçbir siyasi iktidar veya lider, kendisini milletin iradesinin üstünde bir konumda görmemelidir. Aslolan milletin iradesidir. Ancak 5 yılda bir yapılan seçimlerde milletimizin sadece seçmen kısmının oylarıyla seçilmek, Türk Milleti’nin tüm geleceğine fütursuzca hükmetmek anlamına gelmemelidir. Çünkü siyasi irade ile milletin iradesi aynı şeyler değildir. Siyasi iradenin, bugün seçmen olanların oylarıyla kullandığı yetki, yarının büyükleri olan gençlerimizin, kundaktaki bebeklerimizin geleceğini de etkilemektedir. O nedenle 5 yıllığına verilen yetki ve sorumluluk, 85 milyon nüfusa sahip ülkemizde, sadece oy kullanan 50 milyon civarı seçmenin 26 milyonunun oyunu alan bir siyasi iktidarın, geriye kalan nüfusu da düşünerek hareket etmesi elzemdir.
Geriye kalan 24 milyon seçmen ve oy kullanamayan yaklaşık 35 milyonu da düşündüğümüzde, oyunu henüz almadığı yaklaşık 60 milyonluk bir kitle söz konusudur. Bir siyasi iktidarsanız veya ittifaksanız, hatta muhalefetseniz oyunu aldığınız veya almadığınız her kesimden eleştiriye de muhatap olacaksınız. Bundan rahatsız olacaksanız, siyasetin içinde bulunmamanız gerekir. Özellikle iktidarı elinde bulunduran siyasi hareketin ve ittifakın taraflarının bu eleştirilerin her türlüsüne hazırlıklı olması, toleranslı tavır göstermesi, uzlaştırıcı ve yatıştırıcı davranması günümüz Türkiye’sinin en büyük ihtiyacıdır. Halbuki yaşananlara baktığımızda, siyasetin içinde savaş tamtamlarının çaldığını, herkesin baltası elinde saldırıya hazır halde ülkeyi germeye devam ettiğini görüyoruz. Yalnız bu gerginlik ne iktidara ne de muhalefete bir kalite katmıyor. Hatta ülkemizin geçmiş siyasi deneyimlerine baktığımızda, özellikle siyasi iktidarların bu gerginlikten zararlı çıktığı görülür. Çünkü insanımız sürekli gerginlikten hoşlanmıyor. Huzur, geçim, sağlık istiyor. İsterseniz sokağa çıktığınızda insanımıza bir sorun; “Dualarınızda en çok ne istiyorsunuz?” diye! Veya kendinize sorun, “Benim partim iktidar olsun” diye kaç kişi dua ediyor? Herkesin tek derdi huzur, sağlık, geçim, mutluluk…Allah’ın rahmetine sığınıp bunları istiyoruz. Herhangi bir siyasi liderin koltuğunun devamı birçoğumuzun umurunda değil.
Bu nedenle insanlarımızı karşı karşıya getirmeye artık bir son verin. Kutuplaştırdığınız milletimizi, nasıl birleştiririz diye düşünün! Sizlerin yüzünden birbirine küsen eski dostları, akrabaları, hatta babaları ve oğulları düşünün. Son yıllara baktığımızda Türk Milliyetçileri, Siyasal İslam, Sol Siyaset hepsinde bölük pörçük bir yapı var. Mantar gibi kurulan partileri her gün görüyorsunuz. Bu durum eminim köklü partileri temsil eden siyasileri rahatsız ediyordur, etmelidir de…
Şu son dönemde saldırıya uğrayan gazetecileri, program yapımcılarını, Yavuz Selim Demirağ’ı, Hakan Bayrakçı’yı, Orhan Uğuroğlu’nu, Afşin Hatipoğlu’nu bir düşünün…Bu saldırılar ile bu kişileri fikirlerinden mi vazgeçireceksiniz? Bu saldırıların ardından fikrini değiştirip, kalemini eğen, büken bir kişi gösterebilir misiniz? Saldırıya uğrayan siyasilere bakalım; Sinan Oğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Selçuk Özdağ veya aklıma gelmeyen diğer siyasileri bir düşünün! Saldırıya uğrayınca geri vites mi yaptılar? Veya onlara gönül verenler, bu saldırılardan korkup başka bir gücü mü desteklemeye başladılar? Yok. Eee o zaman bu saldırılar ile varılmak istenen nokta nedir? Kaos mu? Bu kimin işine yarar?
Siyasette akıl almaz bir tutarsızlık söz konusu. Bir siyasinin iddialı bir söylemini yazın bir kenara. Sonra bu konuda birkaç yıl önce ne söylemiş bir bakın…Tutarsızlık diz boyu. Herkes birbirini önceden söylediği sözlerle vurmaya çalışıyor ama hemen yanı başındakine bakmıyor. Siyasette bu durumlar kaçınılmazdır. Büyük lokma ye, büyük konuşma demiş atalarımız. Siyasi literatür, büyük konuşanların büyük dönüşleriyle doludur. Tabii ki önceden söylediği bir sözün, izlediği politikanın yanlış olduğunu düşünen ve bunu itiraf ederek yeni söylem geliştiren siyasiler bir nebze hoş görülebilir. Ancak hatanızı kabullenmeden, bunu itiraf edip vicdanlarda affedilmeden geçmişi silip çöpe atarak da bir yere varamazsınız.
Siyaset, birilerinin bekası için değil, ülkenin, devletin ve her şeyden önemlisi Büyük Türk Milleti’nin bekası için bir araçtır. Bunu kişilere kutsiyet yüklemek için kullanırsanız, tüm fikri birikiminiz o kişinin ölümüyle birlikte toprak olur gider. Fikirler ise sonsuza dek yaşar.
Sözün kısası, kimse insanlara, mertliğe sığmayan, hatta bir anlamda korkaklık, acizlik içeren saldırılar ile bir dayatmada bulunamaz. Kimsenin bu saldırılar ile fikri değişmez. Sadece bazı küçük hesapların sahiplerinin hırslarını tatmin etmiş olursunuz. Siyasi veya ideolojik rakiplerinize sokak pususu kurmak yerine fikirlerinizle savaşın. Fikirlerinizle galip gelin. Göreceksiniz daha kalıcı etki bırakacaktır. Aksi takdirde yılların emeklerini, itibarını bu kör döğüşlerinde harcayıp büyük vebale gireceksiniz!
Büyüklerimizin bir sözü vardır; “En güçlü silah fikir, en güçlü fikir Türk Milliyetçiliğidir.” Türk Milliyetçiliğini, Türk’ü merkeze aldığınızda yukarıda bahsettiğimiz yalpalamalar, savrulmalar, tutarsızlıklar olmayacaktır.