İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bile Dünya'nın tüm ülkelerinde ve bizim ülkemizde de insanlığı üç temel sorun meşgul ediyor.

Ekonomik yoksunluk (açlık), salgın hastalıklar ve savaşlar.

Tarih boyunca sayılamayacak kadar çok keşif, alet, kurum ve sosyal yapı icat edilmiş ama insanlar yine de açlık, salgın hastalık ve önlenemez şiddet yüzünden ölmeye devam etmiştir.

En son yaşadığımız COVID salgını bunun bir örneği.

Belki tamamen önlemede yetersiz kalınsa da açlık, salgın hastalık ve savaşlar biraz önlenebilir hale getirilmiştir.

Şimdi "Tanrı böyle istedi" öğrenilmiş çaresizliğini yaşamıyor, çareler üretiyoruz.

Suçlular tutuklanıyor, soruşturmalar yapılıyor, aynı hataları tekrarlamayacağımızı -kısa sürede unutsak da- söylüyoruz, araştırmalar yapıyor, kayıpları azaltmaya çalışıyoruz.

Salgın hastalığa bağlı ölümler azalırken, yoksulluk, açlık yüzünden canına kıyanların sayısı hiçte az değil.

Müslüman bir ülkeyiz.

Komşumuz aç yatarken, tok olmanın hiç bir anlam taşımadığını en iyi bilen ülkeyiz.

Birçoğunuz öğle yemeğini yemediğimizde ya da oruç tuttuğumuz da, bu durumun ne kadar süreceğini biliyorsunuz.  Ya açlığınızın ne kadar süreceğini bilememek ya da nereden bir parça yemek bulacağınızı bilememek, sizden ekmek bekleyen çocuklarınıza ekmek götürememek nasıl bir duygu hiç düşündünüz mü?

Bunu biliyor musunuz?

Eğer dünyanın herhangi bir yerinde insanlar hala açlıktan ölüyor ya da açlık sınırında yaşamaya mahkûm ediliyorsa bu ya ülkede sürdürülen siyasetin bir sonucu ya da bazı siyasiler böyle istediği içindir.

Ülkeyi yönetenlerin bu anlamda kendilerini sorgulaması gerekir.

Günümüzde açlık kadar tehlikeli ikinci bir şey de aşırı ve yanlış beslenme, kıtlıktan daha tehlikeli; OBEZİTE.

İnsanlar hazır kekler, hamburger ve pizza ile besleniyor.

2014 yılı itibariyle, dünyada yetersiz beslenen insan sayısı 850 milyon.

2010 yılında açlık, yetersiz beslenme ve obezitenin 3 milyon insanı öldürdüğü söyleniyor.

Açlık, salgın hastalıklar ve savaşlar gelecekte de de can almaya devam edecekler.

Ama azaltmak, iyileştirmek bizim elimizde.

Ülkelerin refah düzeyini yükseltmek, Dünya'nın ekolojik dengesini bozmamak, ormanlarımızı korumak, çevre kirliliğini önlemek bunlardan birkaçıdır.

Vergiler, zamlar yoksul insanların üzerine yüklenirken, üst düzey insanlardan ekonomik ya da siyasi fedakarlıklarda kimse bulunmadı.

Hatası bulunan hiç bir siyasi kimliğin istifa ettiğini duymadık.

Milletvekillerinin bir maaşlarını depremde zarar görenlere bağışladığını duymadık.

Mazotun, benzinin bu denli yükseldiği bir ortamda kimsenin makam aracını kullanmaktan vazgeçtiğini duymadık.

Çoğu bir kaç yerden maaş olmaya devam ediyor mesela.

Hepimiz topyekûn fedakârlık ederek, tüm halkın mutlu olması için çalışabiliriz.

Onların yaşam kalitesini yükseltebiliriz.

Bu bizim elimizde.

İyi bir ekonomik planlama, doğal kaynaklarımızın iyi kullanımı, bilimsel araştırmalar bunun için var olmalıdır.

Refah, güven, huzur göreceli kavram olmasına rağmen mutluluk, sağlıklı yaşamak sadece belirli bir sınıfın değil herkesin hakkıdır.

BU DA O KADAR ZOR OLMASA GEREK.