Tarihe anlamak ve ders almak için bakmıyoruz. İdeolojik kriterlerimize göre hangi tarafta duracağımızı tespit etmek için bakıyoruz. Son yıllarda ortaya çıkan Atatürk- Abdülhamit kamplaşmasının arkasında bu ideolojik saplantılar yatıyor.
Bir tarafa göre tarihi bir şahsiyet dindarsa her yaptığı doğrudur, artık o eleştirilemez, herhangi bir tartışmanın konusu edilemez. Diğer tarafa göre ise ölçü dinle arasındaki mesafedir. Bu yaklaşımlar hem tarihi hem de onun önemli figürlerini anlamamızı zorlaştırır. Oysa tarihi yapanların esas önemli vasfı bulundukları zaman kesitinde oynadıkları roldür. Dindar olmak veya olmamak kişisel bir şeydir, ancak ülkeye kazandırılan veya kaybettirilenler kişisel değildir, her zaman eleştiri ve yoruma açıktır.
Şüphesiz tarihi şahsiyetlerin kişisel yanlarının da tarihin oluşumunda etkisi olmuştur. Ancak bazen kişisel gibi görünenler bile aslında tarihi akışın zorunlu hale getirdiği tercihlerden veya şartlardan dolayıdır.
Son yıllarda öne çıkan Osmanlıcılık akımında da aynı hataları görmek mümkündür. Osmanlı, Türk'ün en şanlı tarihidir. Ama bu Osmanlı'yı eleştirilmez hale getirmez. Bir devlet yıkılmış, parçalanmışsa durup dururken olmamıştır. Asırlar içinde biriken hatalar dünyanın en güçlü devletlerini bile zaman içinde bir yıkıntı haline getirebilir. Böyle bakmazsak Osmanlı'yı inkiraza götüren hataları Osmancılık adı altında tekrar etmekten kurtulamayız. Nitekim kurtulamıyoruz da.Bunun en basit ve bilinen örneği Aydın-İzmir demiryoludur.
1850'li yıllarda İzmir'de çok sayıda İngiliz tüccar bulunmaktadır. Bir kaynağa göre 1855'de İzmir'de 1.061 İngiliz tüccarı bulunmaktadır. Bu tüccarlar 1855 yılında Osmanlı Hükümetine başvurarak İzmir-Aydın arasında bir demiryolu yapma talebinde bulunurlar. Talepleri 1856 yılında kabul edilerek İngiliz tüccarlara bu imtiyaz verilir. Anlaşmaya göre şirket sermayesinin yüzde 6'si Osmanlı hükümeti tarafından elli yıl süreyle garanti ediliyor, demiryolunun 45 kilometre çevresinde bulunan madenlerin kullanım hakkı da yine bu tüccarlara veriliyordu. Ancak şirketin kurulması, sermaye bulması gecikince İngiliz tüccarlar yeniden Osmanlı hükümetine başvurmuş, yıllık garanti miktarını 72.000 sterlinden, 112.000 sterline çıkarmışlardır. Şirket sermaye bulmakta zorlandığı için bir kısım hisseleri bizzat devlet eliyle satılmış, nihayetinde demiryolu aşama aşama bitirilmiştir. İlk yıllarda şirket kar ederek Osmanlı Devletine yük olmamıştır. Ancak sonraki yıllarda durum değişmiş 1867 ile 1885 yılları arasında elde edilen kar Osmanlı'nın garanti ettiği miktardan az olduğu için şirket hükümetten devamlı sübvansiyon almıştır.Mesela, 1885 yılında 10.289 sterlin, 1868'de 103.953 Sterlin almıştır. Sonradan bu tür imtiyazlar, götürüsü kazancından fazla olduğu için Osmanlı maliyesini iflas noktasına götürmüş, çöküş ve çözülmenin en önemli nedenlerinden biri olmştur.
Bu örnek, aradan 160 yıl geçmesine rağmen aynı sömürü çarkının devam ettiğini göstermektedir. Günümüzde ekonomiye en büyük yük kar garantili yatırımlardan gelmektedir. Köprülere, hastanelere, yollara hazineden verilen karlar Türk ekonomisini bugün içinde bulunduğumuz noktaya getirmiştir. Halbuki tarihe anlamak, dersler çıkarmak için bakılsaydı, Osmanlı'nın boğazını sıkan imtiyazlardan ve kar garantili yatırımlardan dersler alınacak bugün bu hatalara düşülmeyecekti.
Not.Bu makalede Orhan Kurmuş'un Yordam Kitap tarafından yayınlanan, Emperyalizmin Türkiye'ye Girişi isimli kitabından yararlanılmıştır.