İngiltere 2. Dünya Savaşından sonra, artık süper güç değildi. Sömürgelerini tek tek kaybetti. Londra, sömürgelerinden çatışmadan, anlaşarak, yani oradaki ekonomik çıkarlarını güvence altına alarak ayrılmayı öncelik olarak belirledi. İyi ilişkilerle ayrılmalıydı ki ticari menfaatleri zedelenmesin. Bağımsızlığını tanıdığı sömürgenin, İngiliz Milletler Topluluğu’na üye olmasını talep ve temin etti.

Hindistan’ın bölünmesi, birleşik Hindistan’a göre daha güçsüz olan devletlerle muhatap olmak, taleplerini onlara kolaylıkla yaptırabilecek olmak İngiltere’nin menfaati gereğiydi. Bunu sağladı. Pakistan ve Hindistan’ın iyi ilişkiler içinde olmaması lazımdı, sürekli kaşınabilecek olan Keşmir sorunu yaratıldı. Sorunlu ayrılan, on binlerce insanın öldüğü katliamlar yaşayan iki komşu hızla silahlandı. Silahlarının çoğunu İngiltere sattı. Hindistan; Batı ve Doğu bloklarına alternatif olarak Bağlantısızlar Grubu’nu oluşturup, bu grubun liderliğini üstlenince, Pakistan, İngiltere’ye yakınlaştı.

Birleşik Krallık, Arap coğrafyasında da benzer politikalar uyguladı. Katar, Bahreyn ve BAE’de yaşayan insanların Arabistan’da yaşayanlardan hiçbir farkı yokken, niçin çok sayıda emirlik kuruldu? Çünkü, eğer tek devlet olsaydı, bu devlet dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip olacağından, İngiltere tarafından yönetilemezdi. Tarihin bilinen ilk dönemlerden beri Irak’ın parçası olan Kuveyt ayrı bir emirlik oldu. Eğer Kuveyt, Irak’a bağlı olsaydı, Irak, çok güçlü olurdu. Kurulan devletlerin başına, genelde, burada yaşayan insanları temsil etmeyen hanedanlar getirildi. Bahreyn ve (o zamanki) Dubai halkının çoğu Şii iken emirler Sünnilerden seçildi. Bölgede güvenilir emir bulunamazsa dışarıdan getirilerek iskân edildi.

Londra, kurduğu suni devletler arasında, devam edecek sorunlar oluşturdu. Mesela Irak’a sadece 16 km sahil bıraktı. Bu kısa sahil, Irak’ın petrol ihracatını, dolayısıyla zenginleşmesini sınırlıyordu. Irak’ın, İran’a ve Kuveyt’e saldırma sebeplerinden biri budur. Bu yüzden İran-Irak ilişkileri daima sorunlu oldu. Aslında, İngiltere, Arap Yarımadası’ndakine benzer bir yapılanmayı, yani petrol bölgelerinde emirlikler kurarak İran’ı da bölmeyi planlıyordu. Ama SSCB’nin kuzey İran’ı işgal etmesi ABD’nin İngiltere’ye destek vermemesi ve en önemlisi, 1951 senesinde Musaddık’ın iktidara gelerek petrolü millîleştirmesi ve halkın Musaddık’ı desteklemesi gibi etkenler bunu imkânsız hâle getirdi. Amerika’yla ortak darbe yaparak Musaddık’ı devirip şahın ekibini işbaşına getirdiler, lakin İran’a petrolden %50 pay vermek zorunda kaldılar.

Birleşik Krallık, Ürdün’ü Suriye’den ayırdı ki, Ürdün’ün Akdeniz’e, Suriye’nin ise Kızıldeniz’e çıkışı olmasın. Yani iki yarım ülke olsun. Suriye’den daima çekinecek olan Ürdün, İngiltere ile yakın olmak zorunda kalsın. Hicaz emirinin bir oğlu Irak, öbür oğlu Ürdün kralı yapıldı ki (Yani Ürdün ve Irak, kral ithal etti) halklarından kopuk olan zayıf krallar, İngiltere’nin sözünden çıkamasın. Her zaman Mısır’ın parçası olan Sudan, Mısır’dan koparıldı. O günden beri iki komşu Nil Nehri nedeniyle sorun yaşıyor. Ayrıca Mısır, Sudan’ın zengin petrol rezervinden mahrum kaldı. Nihayetinde zayıf olan Sudan da petrol zengini güneyi elinde tutamayarak bölündü.

Arap coğrafyasının göbeğinde İsrail’i kurma fikrini ilk ortaya atan da İngiltere’dir. Filistin’i işgal ettiği andan itibaren Yahudi göçünü destekleyen İngiltere, 1947 yılında hiçbir düzenleme yapmadan Filistin’den çekildi. O günden beri Filistinliler kan ağlıyor. İngiltere bazı kritik noktalardan asla çekilmedi (Cebelitarık gibi), yahut çekilmemek için savaştı. (Süveyş Kanalı gibi, nükleer tehdit olmasaydı orda kalacaktı.) Bazı yerlerde, askerî üslerini “Tanınmayan Devlet Statüsünde” oluşturdu ki, çekildikten sonra egemen ülke ona karışamasın. Mesela, İngilizlerin Kıbrıs’ta, “Tanınmayan Devlet Statüsünde” iki tane geniş arazi parçası var. Bunlar aslında İngiltere’nin askerî üsleri. Bu şekilde organize etmese, bağımsızlığını tanıdığı devlet, üssü boşalt dediğinde boşaltmak zorunda olur. Ama bu şekilde organize edildiğinde böyle bir ihtimal kalmıyor. Özetle İngilizler, Türkiye’ye Sevr Anlaşmasıyla yapmak istediklerini, Arap coğrafyasında, Hint alt kıtasında ve Afrika’da yaptılar. Oralarda Millî Mücadele yaşanmadığı ve Kuvvacılar olmadığından dolayı, hedeflerine ulaştılar.

Londra, Uzak Doğu’da kendisi için önemli olan iki limanı, Hong Kong ve Singapur’u, iki farklı yolla elinde tutu. Hong Kong için, Çin’le yüz yıllık kira anlaşması yaptı. Yönetimi altındaki Singapur’da, Malaylara iş vermek yerine, Çin’den işçi getirerek, yüz elli yıllık zaman diliminde Çinlilerin çoğunluk olmasını temin etti. Çinli çoğunluk, Malezya’dan ayrılıp bağımsız Singapur’u kurdu. Bugün, Singapur ve Hong Kong, hâlâ İngiltere’nin Uzak Doğu’daki ana ticari ortaklarıdır. “İngiltere, savaşmasak da İstanbul’u bize bırakırdı,” yaklaşımı, saflık oluyor. Tek Çinli olmayan Singapur’u, çoğunluğu Çinli olan bir şehir hâline getirip Malezya’dan koparan İngiltere, ahalisinin yarısı azınlık mensubu olan İstanbul’da aynı siyaseti çok daha kolay uygulardı. Milli mücadele olmasaydı, İstanbul, İngiltere’nin Orta Doğudaki Singapur’u olurdu.