Alparslan Güler yazdı: Müslümanların En Büyük Problemi: Şiileştirme
Abbasi devleti, zalim Emevileri devirip peygamberin torunlarının halife olmasını sağlamayı hedefleyen onlarca isyanın sonucunda kuruldu. Emeviler, önceki isyanları kan dökerek bastırdılar hatta zaman zaman en vahşisi Kerbela olmak üzere katliamlar yaptılar. Fakat her isyanda biraz daha zayıfladılar. Abbasilerin hilafeti ele geçirmesi isyanları azaltsa da bitirmedi. Zira halifeliğin peygamberimizin torunlarının müktesep hakları olduğunu düşünen kitleler, ki ileride bu kitlelere Şii denildi, her fırsatta isyan ettiler.
Abbasiler, 10. Yüzyılda, devlet doğal sınırlarına ulaştığı ve isyanlar nedeniyle zayıfladığı için bütçenin en önemli gelir kalemi olan ganimetlerin azalması ve daha birçok nedenle çözülme sürecine girdiler. Topraklarını kontrol etmekte zorlanmaya başladılar. Dolayısıyla merkeze uzak olan yerlerden başlayarak, bağımsız devletler kuruldu. Abbasiler, bu devletlerin kuruluşuna engel olamayınca daha da zayıfladı. Yeni devletlerin kurulmasıyla birlikte vergi gelirleri de düştüğü için ordu iyice zayıfladı.
Bu süreçte iki unsur hareketlenerek İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde devletler kurdular. Türkler (Karahanlılar, Gazneliler, Sacoğulları, Tolunoğulları, İhşidiler, Samanoğulları) ve Şii’ler. (Suriye’de Hamdaniler, Bahreyn’de Karmatiler, Mısır, Hicaz ve Kuzey Afrika’da Fatımiler, İran’da Büveyhoğulları) Bunlara ilaveten, Fatimiler Kahire’de, Şii-İsmaili hilafetini ilan ettiler. Bu devletler kurulunca Müslümanlar daha önce karşılaşmadığı bir uygulamayla karşılaştılar: Kitlelerin zorla bazen ölüm tehdidiyle Şiileştirilmeye çalışılması. Şii gruplar arasında Hacıları öldürenler, Kabe’yi yıkmaya çalışanlar ve Hacerül Esveti parçalayanlar ve çalanlar bile oldu.
Fatımilerin, işi ileriye götürerek Ezher Medresesi’ni kurmaları, Ezher’de yetiştirdikleri dâîleri, İslam âleminin her tarafına göndermeleri, çok sesliliğin bitişinin başlangıcı oldu. Dâîler hem propaganda yaparak, hem de suikastlar düzenleyerek son derece etkili oldular. Çoğu Türk olmak üzere yüzlerce devlet adamı dailer tarafından öldürüldü. Türk orduları sefere çıkamaz hale geldi. Hem dâîlerin yaptığı çalışmalar, hem de yukarıda bahsettiğimiz Şii devletlerinin kurulması ve halka Şiiliği kabul ettirmek için baskı yapması, Şii olmayanları, Şiilere karşı sertleşmeye sevk etti. Dâîler yüzünden, bütün Şiilere şüpheyle yaklaşılmaya başlandı. Maalesef İsmailî-Caferi veya İsmailî-Haşhaşi ayrımı yapılmadı.
Önceki dönemlerde halifelerin, emirlerin, sultanların ve valilerin huzurunda genelde halka açık tartışma meclisleri düzenlenir, ehli rey, ehli hadis, Şii âlimler ve sufiler (Bazen çoğu Hristiyan, sair dinlere mensup din adamarı da katılırdı.) fikirlerini ifade ederler, karşı tarafın iddialarını çürütmeye çalışırlardı. Devlete isyan edilmediği sürece her fikir özgürce ifade edilirdi. Suikastler başlayınca tartışma meclisleri hayal oldu.
Dünyanın ilk medresesi olan Ezher’e alternatif olarak Nizamiye Medreseleri kuruldu. Bu medreseleri kuran Selçuklular, Maturidi-Hanefi olmalarına rağmen medreseler, sert ve tavizsiz olan Eşari-Şafii anlayışını ve usulünü benimsediler. Nizamülmülk, sultanı Hanefiliğin hoşgörülü olduğuna ve İsmailîlikle aman vermeden mücadele etmek gerektiğine, bunun da ancak Şafiilikle yapılabileceğine ikna etti.
Nizamiye Medreseleri hızla yayıldı. Din ve bilim adamları, medreselerde görevlendirildi. Dolayısıyla kamu görevlisi hâline geldiler. (Bu medreseler kurulana kadar din ve bilim adamlarının %91’i devletten maaş almaz, kendi geliriyle ya da zenginlerin destekleriyle yaşamlarını sürdürürlerdi. Dolayısıyla fikirlerini özgürce ifade ederlerdi. Bu ortam bilimsel gelişmeleri tetiklerdi.) Medreselerin amacı, İsmailî inancıyla mücadele etmek olduğundan, bilim ve hür düşünce geri plana atıldı.
Abbasilerin ilk yıllarında kurulan Beytü’l-Hikmet’in amacı bilim üretmek ve başka toplulukların ürettikleri bilimleri Müslümanlara mal etmekti. Oysa Ezher’in amacı Şii propagandası yapmaktı. Nizamiye Medreselerinin amacıysa Şii propagandasına karşı Sünniliği savunmaktı.
Gazali, Şiiliğe karşı güçlü ve etkili olabilmek için, ehli rey ve ehli hadis olarak farklı yollardan yürüyen dört mezhebi (Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbalilik) Sünni üst paydasında birleştirdi. Bu birleştirme, kısa sürede âlimler ve halk tarafından benimsendi. Şii devletler ve Fatımi halifeliği kısa sürede tasfiye edildi. Selahattin Eyyubi Mısır’daki, Moğollar İran’daki, İsmailî kütüphanelerini, mescitleri ve medreseleri yıktılar, yaktılar. Bu esnada sadece teoloji kitapları değil bilimsel eserler de yok oldu. Moğollar ulaşılmaz dağlara kaçabilenler dışında İran’daki bütün İsmailileri katlettiler. Şii yayılması durduğu gibi, Şiiler bu dönemden sonra İran devrimine kadar güçlü devletler kuramadılar. (Safeviler kurulurken, Alevi-Kızılbaş karakterlidir. Sonradan Şiiliği kabul ettiler.) Şiiler, dışlanan marjinal bir grup hâline geldiler.
Şiilik İslam dünyasında hiçbir zaman sorun olmadı. Ama Şiileştirme çabaları ve Şiiliğin Farsların milli ideolojisi halini alması her zaman Müslümanların en büyük sorunu oldu. Bilimsel gelişmelerin durmasının ve hür fikir ortamının ortadan kalkmasının en önemli nedeni dailerin faaliyetleridir. Zira kendini tehdit altında hisseden her düşünce gibi Sünnilikte katılaştı, hoşgörü özelliği zayıfladı.
İran devrimini yapanlar bütün Müslümanlarla iyi ilişkiler geliştirmek yerine Şiiliği yaymayı ve Sünnileri Şiileştirmeyi hedefleyince bugünlere geldik. Yanlış anlaşılmasın, sorun Şiilik değil. Sorun Şiiliğin maksatlı yorumlanması ve ulusal hedeflere ulaşmak amacıyla kullanılması. Umman’da birbirlerine zıt üç mezhebin-Şii, Sünni-Harici- mensuplarının bin yıldan uzun süredir kardeşçe yaşamaları ki, Haricilik özünde katı ve tekfircidir ve (Hz. Ali’yi Hariciler şehit etti.) Osmanlı devletinin tebaası olan Lübnan’daki ve Iraktaki Şiilerin, Suriye’deki Nusayrilerin ve Yemen’deki Zeydilerin yüzyıllarca hiçbir baskıya maruz kalmadan inançlarını yaşamaları sorunun mezhepler olmadığını göstermektedir. Ya da günümüzü esas alırsak Türkiye ile Türkistan Türklerinin Hanefi ve Azerbaycan Türklerinin Şii olması tek millet haline gelmede en ufak bir sorun teşkil etti mi?