Cumhurbaşkanımız son kabine toplantısından sonra ‘’Avrupa’yı içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir. Türkiye’nin birliğe tam üyeliği kurtarabilir’’ deyince kulaklarıma inanamadım. Avrupa’nın çok büyük sorunları olduğu ortada. Fakat bu sorunları Türkiye’nin katılımının çözmesi mümkün değil. İngiltere birlikten durduk yere ve sebepsiz ayrılmadı. AB’nin üyesi olduğu sürece sorunlarını çözemeyeceğini hatta sorunlarının büyüyerek kangren olacağını gördüğü için ayrıldı.

Almanya’nın muhtemel Şansölyesi Merz, Tayyip Beyden sadece bir gün önce ve seçim zaferinden sonra yaptığı değerlendirmede ‘’Türkiye AB’ye tam üye olmalıdır’’ dedi. AB’nin Türkiye’ye yaklaşımı iki yıldır her geçen gün daha da iyileşiyor. Merz’in beyanatından da anlaşılacağı gibi önümüzdeki dönemde tam üyelik gündeme getirilecek. Yanlış anlaşılmasın AB bizim tam üyeliğimizi asla kabul etmez. Gayeleri, bize ‘’tam üye olacaksınız’’ vaadiyle istediklerini yaptırmak. Tayyip Beyin beyanatıysa Ankara’nın da tam üyeliğe, en azından bu konunun gündeme gelmesine sıcak baktığını gösteriyor. İnşallah Ankara’nın planı, konunun gündeme getirilmesini değerlendirerek kazanımlar elde etmektir. Tam üye olmak değildir.

AB’nin en büyük sorunu, kararların oy birliğiyle alınması. 27 üyeden 26’sının kararı, 27. üye katılmadığında hiçbir sonuç doğurmuyor. Yani AB’nin sisteminde 1, 26’dan büyük. Bu sorun AB’nin hem doğru karar almasını hem de kararları zamanında almasını engellemektedir. Mesela Yunanistan, AB için çok önemli olduğundan stratejik hedef olarak tanımlanmış olan Makedonya’nın üyeliğini ülkenin ismini gerekçe göstererek bekletti. On yıl sonra ülkenin isminin Kuzey Makedonya olması ve yüklü bir ödeme karşılığında vetosunu kaldırdı.

Fakat Kuzey Makedonya yine de birliğe üye olamadı zira bu sefer de Bulgaristan veto koydu. Küçük devletler birlik için önemli olan kararları rüşvet almadan onaylamıyorlar. Kararın önem derecesine göre rüşvetin tutarı artıyor. Karadağ yedi yüz bin nüfuslu bir ülke. Diyelim ki AB için çok önemli ve acilen onaylanması gereken bir proje var. Karadağ temsilcileri AB yetkililerine ‘’Bu projeyi parlamentomuza ancak bize şurada liman yaparsanız onaylatabiliriz’’ diyorlar ve o liman lüzumsuz bir yatırım olsa bile AB bütçesinden yaptırılıyor.

Herhangi bir proje Türkiye ile ilgiliyse, AB için olmazsa olmaz bile olsa devreye Yunanistan giriyor ve veto ediliyor. Eğer Yunanistan-Türkiye ilişkileri iyi dönemlerinden birindeyse vetoyu Güney Kıbrıs yapıyor. Örneğin Türkiye, 2000’lerin başında, üretici ülkelerle birlikte muazzam ve iddialı bir proje olan NABUCCO’yu geliştirdi. Bu projeyle Türkistan, Azerbaycan, Kuzey Irak, Irak, Katar ve Mısır gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılıyordu. Proje onaylansa Avrupa Rus gazına mahkum olmayacaktı. Türk ülkeleri doğalgazlarının tamamını Çin’e satmak zorunda kalmayacaklardı. Mısır ve Irak ekonomik olarak rahatlayacaklardı. Her açıdan AB’nin lehine olan bu hayati proje, Türkiye’yi de güçlendireceği için tam on beş yıl engellendi. Proje onaylandığında iş işten geçmişti. Üreticilerin gazlarını başka müşterilere ulaştıran nakil hatları yıllanmıştı bile.

AB üyesi ülkelerin birbiriyle rakip olması bir başka handikap. Fransa Almanya’yı güçlendirecek projelere, Almanya Fransa’yı güçlendirecek olanlara karşı çıkıyor. İtalya zaten her ikisine de kategorik olarak karşı. Mesela Rus gazını Almanya’ya getiren Kuzey Akım-2 projesine, Fransa ucuz gaz sayesinde Almanya’nın sanayi maliyetleri düşeceği için, Polonya ise hat kendi topraklarından geçmediğinden yani geçiş ücreti alamayacağından dolayı karşı çıktı. Almanya hattı, AB sözleşmesini bypass ederek, kendi inisiyatifiyle yaptı.

Birliğin Macaristan ve Polonya gibi üyelerinin Brüksel yerine Washington’a yakın olmaları bir başka sorun. Bu üyeler AB için ne kadar hayati olursa olsun ABD’nin onay vermediği önerileri veto ediyorlar. Büyük üye ülkelerin AB vizyonlarının farklı olması ve her ülkenin kendi vizyonunu gerçekleştirmek istemesi bir başka sorun. Vizyonların birbiriyle çelişmesi ise sorunları çözümsüz kılıyor.

AB’nin rakibi olan büyük devletlerin tamamında yürütme organı güçlü. Hızlı karar alıp uygulayabiliyor. Oysa AB’de yürütme organı olan komisyon çok zayıf, neredeyse sembolik. Parlamento güçlü. Ayrıca AB’nin, üye ülkelerin, özellikle güçlü olanların onayını almadan karar alması olanaksız. Hal buyken, bizi tam üye olarak almazlar da alsalar bile Türk milletinin kaderini Brüksel’e teslim etmek telafisi mümkün olmayan bir hata olur.

AB’nin ekonomisi büyümüyor. Sanayi tesisleri rekabet güçlerini kaybettiklerinden ve çevreci uygulamalar inanılmayacak kadar abartıldığından ya kapatılıyorlar ya da başka coğrafyalara taşınıyorlar. Nüfus azalıyor ve yaşlanıyor. Gençlerin dörtte birinden fazlası eş cinsel. İhtiyaçlarına uygun göçmen almaları lazım ama aşırı sağ güçlenir diye alamıyorlar. Her yıl milyonlarca kaçak göçmen Avrupa’ya ayak basıyor. Bu göçmenleri Avrupa’ya entegre edemiyorlar. Avrupa ülkelerinin çoğunun orduları kağıttan kaplan. İnanılmayacak kadar zayıflar. Ordu mensuplarıyla yapılan anketlerde ‘’Vatanım için gerekirse ölürüm’’ diyenler %15 civarında çıkıyor. Türkiye bu sorunların hiçbirini çözemez.

Türkiye, AB ile ilişkilerini geliştirmeli. İlk hedefimiz hizmet ve tarım sektörlerinin de gümrük birliğine dahil edilmesini sağlamak olmalı. Sadece bu hedefe ulaşsak bile ekonomimiz yılda elli milyar dolar civarında büyür. Aslında gelinen noktada, gümrük birliğine tüm sektörleri içerecek şekilde dahil olmak AB’ye üye olmaktan daha avantajlı. Hem bizim hem de Avrupa’nın yararına olan Kalkınma yolu, Hazar geçişli nakil hatları ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin Avrupa’ya ulaştırılması diğer önceliklerimiz olmalı.

Türk ülkeleri, gümrük birliğine dahil edilebilirse kalkınma hızları katlanır. Türk ülkelerinin gümrük birliğine katılması AB politikalarına da uygun. Zira AB; Gürcistan, Moldovya, Ukrayna, Bosna ve Ermenistan gibi birlik üyesi olmayan üyelere de benzer avantajlar tanındı. Bu siyaset AB ve NATO üyeliği hedeflenmediğinden Rusya’yı da rahatsız etmez.