Geçtiğimiz günlerde Paris’in Compiegne kasabasında ilginç bir buluşma gerçekleşti. Ardından bir tren vagonunda anı defteri imzalandı. Bu buluşmaya Türkiye Cumhurbaşkanı da dahil birçok devletin liderleri katıldı. Fransa Cumhurbaşkanı, konukları Elize Sarayı’nda karşıladı. Buradan 47 devlet başkanı, 23 hükümet başkanı, 15 uluslararası kuruluşun başkanı ve eşleri, kendileri için hazırlanan otobüslerle Şanzelize Caddesi’ne giderek Zafer Takı ile Meçhul Asker Anıtı’na yürüdü. Bu yürüyüşe ABD ve Rusya’nın liderlerinin neden katılmayıp sadece anıta direkt makam araçlarıyla geldikleri ayrı bir tartışma konusu tabiiki.
Bu buluşma 1. Dünya Savaşının sonunda imzalanan Paris Barış Konferansının 100.yılı olarak lanse edildi veya algılandı. Peki gerçekler öyle miydi? Neydi bu 11.11.2018’de saat 11.00’de yapılan buluşmanın sırrı?
Paris Barış Konferansı, 1. Dünya Savaşındaki galip devletlerin, mağlup olan Almanya, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarını nasıl paylaşacaklarını kararlaştırmak için oluşturdukları bir sırtlanlar sofrasıdır. Bu konferans 18 Ocak 1919’da başlamış, fasılalarla 21 Ocak 1920’de yani yaklaşık 1 yıl sonra sona ermiştir. Görüldüğü gibi geçtiğimiz günlerdeki Paris buluşmasının Paris Barış Konferansı ile bir alakası yok. Halbuki goygoycu basın tarafından; “Türkiye Cumhuriyeti ilk defa Paris Konferansı buluşmalarına davet edildi, bu Türkiye’nin saygınlığı ve gücüne işarettir.” babında saçma sapan açıklamalarda bulunuldu. İşin daha garibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu toplantıya savaşa son veren barış, Paris Barış Konferansı buluşması vurgusu yaparak benzer hataları yaptı. Öyle olsa bile, Osmanlı İmparatorluğunun nasıl paylaşılacağının kararlaştırıldığı ve ardından İngiliz destekli Yunan palikaryalarına işgal ettirilen güzelim Türk vatanının büyük acılarını hatırlatan Paris sırtlanlar sofrasının 100. yıl toplantısına katılmak bir Türk Devleti Cumhurbaşkanı için övünülecek bir konu olmamalı.
Şimdi gelelim Paris'in Compiegne Kasabasında 100 yıl önce aslında nelerin olduğuna! 1914-1918 arası olan ve milyonlarca insanın ölmesine, yaralanmasına, birçok ülkenin harap olmasına, açlığa, sefalete sebep olan 1.Dünya Savaşı sonucunda, yenen devletler (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD vd.), yenilen devletlerin (Osmanlı, Almanya, Avusturya-Macaristan) lideri konumundaki Almanya ile bir ateşkes imzalamak üzeredir. Ancak ABD Başkanı Wilson, Almanya imparatoru II.Wilhelm'i tanımadığını, Almanya ile imzalanacak mütarekenin Alman halkının gerçek temsilcileriyle imzalanması gerektiğini diretince, Wilhelm tahttan çekilmek zorunda kalmış.
Tüm bunların sonucunda İtilaf devletleri ile Almanya arasında Paris'in Compiégne kasabasının Rethondes istasyonunda bir vagonun içinde 11.11.1918 saat: 11.00’de savaşı sona erdirdiği düşünülen Compiégne/Rethondes ateşkesi imzalanmıştır. Bundan tam 100 yıl sonra yine aynı kasabada bir vagonun içinde aynı tarih ve saatte tüm liderlere anı defteri imzalatıldı. Bu Fransa adına müthiş bir diplomatik zaferdir. Bu törene dünyanın birçok liderinin katılmasını, hatta bu ateşkes ile Almanya’nın, devamında ise lime lime parçaladıkları Osmanlı Devleti'nin varisi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının dahi katılmasını sağlamıştır. Macron herhalde hayatının en büyük golünü bu törenle atmıştır.
Peki, başta Murat Bardakçı gibi, tek derdi elini kolunu sallayarak Cumhurbaşkanlığı arşivlerine girebilme imtiyazı elde etmek olan, basın dünyasında ise reklam gelirlerinin düşmemesinden başka derdi olmayan medyanın bu işe sevinmesinin, Türkiye’nin davet edilmesini diplomatik zafer gibi göstermelerinin esbab-ı mucizesi ne ola ? Sorunun içinde cevabı da vermişim. Neyse! Tarih böyledir işte, ders alınmazsa, tarihi tuzaklar günübirlik siyaset uğruna görmezden gelinirse böyle diplomatik golleri yersiniz.
Sonuç olarak şunu ifade etmeliyim ki, devlet yönetiminde “Tarih Şuuru”, “Milli Şuur” olmazsa olmaz unsurların başında gelir. Devlet adına atılan her adımda bu ülkenin kurucu ırkı, sahibi Türk Milletinin onur ve şerefi ön planda tutulmalıdır. Bu şuur olmadığı veya önemsenmediği takdirde, devletin Cumhurbaşkanı Sözcüsü ve Ana Muhalefet lideri gibi önemli kişiler, Ahmet Kaya gibi “Vallahi Apoyu Özledik” diye çirkin sesiyle devletimize karşı pkk terör örgütünü ve onların emellerini savunan bir haini Paris'te mezarında ziyaret edip Fatihalar okur ve siz de devletin kanalında dakikalarca yayımlarsınız! Görevlendirilen bürokratta milli şuur olmadığı takdirde, o da gidip bu devletin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat yıldönümü arifesinde Gazi Paşa’ya hakaret eden, küfürler savuran bir fesli meczubu ziyaret ettiğinde bu ziyarete de ses çıkaramazsınız. Milli şuur olmadığı takdirde Başöğretmen Atatürk’e vefat haftasında, ne Cuma hutbesinde ne de Başöğretmen olduğu halde öğretmenler gününde yer verirsiniz!
Bu arada, 10 Kasım haftasında Cuma hutbesinde Atatürk’ten tek kelime bahsetmeyen, 24 Kasım haftasında bırakın başöğretmen Atatürk’ü öğretmenler gününden dahi tek kelime bahsetmeyen, Şehid-i Âlâ, Gazi-i Namdâr Damad-ı Şehriyari, Turan Orduları Başkomutanı, Çanakkale ve Kut'ül Amare Zaferlerinin, Sarıkamış Destanının kahramanı ve dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa’yı 127. Doğum gününde tek cümle ile anmayan Diyanet İşleri Başkanı ve görevlilerini, tüm bu zihniyeti; Ankara müftüsü iken Kuvayı Milliye adına önemli bir fetvayı kaleme alan, ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat Börekçi gibi kahramanlara, tüm şehit ve gazilerimize havale ediyorum. Geçtiğimiz günlerde idrak ettiğimiz Peygamberimizin dünyayı teşrifinin yıldönümü vesilesiyle geçmiş Mevlid Kandilinizi kutluyor, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 80.yılında, Enver Paşa'yı doğumunun 137.yılında , Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa'yı da vefatının 70. yılında özlem, rahmet, minnet ve şükran ile anıyorum.
Şimdi haydi kalın sağlıcakla!