Günümüzü gecemizi donatan ve Türkiye’nin o’nla yatıp kalktığı, adına “siyaset” dediğimiz kavramı, gelin danışalım, bu yazıda! Siyasetin tanımına girecek değilim; haddizatında burası sınıf kürsüsü de değil. Hoş, bir üniversitede ders vermeye yeltendik, çalıştığımız “x” belediye şirketi de “üniversitede sigortalı gösterirler seni, ona göre de sözleşmene aykırı, ihtar alırsın” diyerek meseleyi kapattırdı, sağ olsun! Hani bu da bir siyaset değil mi?
Konumuza savlet edersek siyaset; pratik aklın ürünüdür ve gereği kadar ahlakı, hukuku, hatta dini kullanmaktan çekinmeyen insan uğraşısıdır. Her dem apolitik olmaya çalışıp da bir türlü becerememiş ben âcizin lügatinde bir edep aşımı iş, insan yaratımı en muazzam hadsizlik düzeneği siyasettir. Yani siyaset ne sanat ne ideoloji ne de bir dünya görüşüdür; tüm bunların hoyratça kullanıldığı en madrabaz insan edimidir, o kadar! “Pratik akıl” diyoruz ya.. Cündioğlu’nun aktarımı ile Kant, “pratik aklı” esasta akıl olarak görmemiştir; ona göre “pratik akıl” denilen şey, irade ve istemden başkası değildir. Kant’ı haksız çıkaracak esbapta kendimi görmediğim için; tüm pratik davranışların derinliğinde irade ve istemin bulunduğunu da kabul ederim.
Şu “iştahın yasalarına” (Spinoza) ram olmuş siyasetin dönüp durup insan yiyen bir canavar olduğu pek malumdur. Ne edelim imdi? Rahmetli büyük yazar Kemal Tahir’in yine o büyük eserinde dediği gibi “kurtlukta düşeni yemek kanundur” hesabı, meseli bağlamakta var; fakat yetmez. Tahir, İttihatçılara dem vurur ki onları çıkaran da batıran da siyaset olmuştur. Başta Enver ve Talat Paşaların ruhu şad olsun! Mustafa Çalık Hocamın da ruhuna dua lütfen…
Pekâlâ! Siyaset akla mı dayanıyor; hani şu “us” dediğimiz şeyin soyut, analitik, tecrübi ve birikimli yasalarını kastediyorum. Vallahi alakası bile yoktur! Siyaset sadece istencin (gücü ve iktidarı elinde tutmak) kutsala, ahlaka ve ideolojiye Truva atı ile yanaşmanın kotarılmış en müthiş icadıdır. İnsan böyle icatlar yapmış maalesef, giyotin de bizim türün icadı değil midir? Eğer böyle olmasa (yani istenç, saf aklın önüne geçmese) asla yan yana gelmeyecek taşlar nasıl aynı çerçevede sahne “mis-en-scene” edilebilirdi? Hani hatırlayın: İstanbul yerel seçimleri = Osman Öcalan + TRT + Öcalan mektubu vs… Devam edelim mevzuya: mesela salt akıl şayet siyaset namına devrede olsa hangi MHP’li kardeşim bu işe sessiz kalırdı, örneğin… Yahut Urfa’da o politik istenç öyle bir devreye girmiş ki AKP’liler, MHP’li başkanın elini bile tutmak istememişler podyumda; iyi mi? Olur, böyle şeyler olur; halledilir tabii... Bizim için memleket Bozdoğan türküsüdür; bilirsiniz ya o güzel güfteyi “öleceğiz doğduğumuz toprakta of/ memleket, sevdana yürek gerek”.
“Meramım nedir” kardeşlerim; izah edeyim: siyasette akıl; ancak eleştiri devreye girdiğinde konu edilesi bir kavramdır... Ki esasta bu konu en çetin meseledir. Kastımı parti içi siyasetten tutun da ülke yönetimine kadar yorabilirsiniz. Bu iş; kuru bir itiraz, reddiye “vur, abalı olsun” meselesi değildir; anlamaya, bilmeye yönelik çaba manasındadır. Örneğin “iktidar bugüne dek ortaya koyduğu eylemleri ne sebeple yapmıştır” sorusu, böyle bir başlangıçtır. Saymaya gerek olmadan; eğer ki iktidarın eylemleri, çoğunluğa hoşbeş gelmiyorsa o istenç, iktidar tacını takmaya devem eder, Ak Parti’de olduğu gibi... İktidar karşısındaki diğer partiler yaptıkları, ettikleri ile çoğunluğun gönlüne kani değilse de sonuç malumdur; yine Türkiye’de olduğu gibi.
Bugünkü iktidarın başarısı tek kelime ile tecrübedir. Bir masayı yürütemeyenler bunu anlamazlar, sanırım? “E o zaman ‘nas’ kararları” diyeceksiniz; tamam, tamam da inanmış yığınlar için bu, yanlış bir karar değildir; bilakis yedi düvele meydan okumak, batılın düzenine isyan bayrağı çekmekti… Şimdilik olmadı; o kadar. O tecrübe ki 20 sene eminle memleketi yönetmiş, bu halk yönettirmiş, yönettiriyor.
“Hay” diyeyim burada ara başlık olsun ki konuya bağdaşıktır:
Eğer demokrasiden dem vuracaksak o; aydınlanma, sekülerlik, eğitim, kapitalist etkenlik ve ulus-devlet formlarıyla doğrudan ilintilidir. Biz, o dünyada hiç olmadık saygı değer okurum. Hatta milliyetçilik ve demokrasi, şehirli bir fikriyat iken şehirlerini mahvı perişan edip kentleşmeyi de beceremeyen bir toplumun üyesiyim ben!
Aramızda kalsın kıymetli okur, şurada yazdıklarımın gizi peyda olmak üzeredir! Siyasette verilen kararlar salt akla mı dayanır, yoğ ise istencin ve inancın maniple edilen gücüne mi? İşte, bam teli burada ses veriyor! “Batı matahtır” demiyorum; ama biz siyaseti Prag sokaklarında yapmıyoruz. Burası Sydney hiç değil! Balkan topraklarımızı kaybetmesek belki daha umut var olurduk; lakin küffar oraları elimizden aldı gitti… Spinoza, Kant, Hegel ve Marks ise milli ve yerli hiç değil; burada anlaştık mı? O sebep bu ülkede Sayın Cumhurbaşkanı, Hegel’i de Marks’ı da yener… Çünkü istencin kaynakları o cenahta meşrudur, haktır ve beklenen iktidar çeyrek asır önce gelmiştir. Bu muvazenede seccadeye basan “of” genel başkan, tecrübe yoksunudur ki bitti!
Gelen iktidar, Cumhurbaşkanının şahsında tarihi deneyime ve özleme dayanır: “asrısaadet” gibi “ensar-muhacir” gibi… Cumhurbaşkanı bu tarih değildir elbette; fakat o tarihin sembolü haline gelmesini bilmiştir. Dolayısıyla “Ümmet aşkını” öyle bir yerel seçimde alaşağı edemezsiniz. Hani sucuğun kilosunun 450-500 TL’nin üzerine çıkması veya Fatih/Kocamustafapaşa’da 50 yıllık daireye 14 bin lira kira talebi, bir şey değiştirmez. Sucuğu Fransa’da et-süt besiciliği yapanlar düşünsün.
Yani derim ki
Geçmişimiz var, tarihimiz yok! Okul var, eğitim yok! Ulemamız var, entelektüelimiz yok. Recep İvedik’imiz var; sanatımız, edebiyatımız, sinema ve tiyatromuz yok! Kütüphanemiz var, okurumuz yok! Biz olsak da olmasak da siyasetimiz var; ona da hamd olsun!