George Orwell’e mâl edilen okkalı bir cümleyi çok tutarım; “The further a society moves away from the truth, the more it hates those who tell the truth”.
Tümceden mülhem çevirisini yazacağım; ancak konuyu ilerletmeden önce bir düzeltmeyi habererk.com vasıtası ile paylaşmak isterim. Sosyal medyada da alıntılanan bu retoriğin sahibi Selwyn Duke isimli bir yazardır, yani o meşhur “1984” romanının yazarı Orwell ile alakası yoktur (ben bulamadım). Merak eden www.goodreads.com aracılığıyla Selwyn Duke taraması yaparsa malumat edinebilir; hatta bu arkadaşın, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında Obserwer’da kaleme aldığı bir makalesi de bulunuyor. Özetle Cumhurbaşkanımızın “Ey… Avrupa!” değişi bu ecnebi yazarın da 2017’de dikkatini çekmiş… Tercümesine gelince; Duke “bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa hakikati söyleyenlerden o kadar nefret eder” demektedir. Duke haklı mı? Evet!.. Hem de fena halde… Hele benim ülkem nazara alındığında o haklılık dibine kadar…
Adam, Atasözümüz olan “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” meramından gayrı bir cümle sarf etmiyor esasında, vaziyet budur… Nedir vaziyet? Hakikatin her şeyin üstünde tutulması gerekliliği; ama bunun ol(a)maması... Eğer bir köşede yazıyorsam ve habererk.com bana bu fırsatı veriyorsa hakikati araştırmak, bilmek, bildirmek mükellefiyetinden kaçamam. Burada ters köşe yapıp, kaçak dövüşüp, demagoji ile klavye hazzına müptezel isek şayet, kendimizi “vatansever kişi” addetmenin anlamı kalmamaktadır.
Türk milliyetçisi olan adam kendini “teflon tava” olarak görmek istemez. Bu metaforu, eski TRT’ci Ünsal Ünlü’den ödünçle kullanıyorum. Nesnesi ile hiçbir şeyin tutmadığı, yapışmadığı, akıp kokmadığı ve üzerine gelenin pişirildiği bir aparat haldir, teflon tavalık. Filhakika insan maddi vasfıyla beraber sadece madde değil, bir mana halidir ve o mananın iliğini sömüren bir haz ile Anadolu insanının tavanın içinde döndürülüp durulmasına gönlümüz razı değildir.
Şimdi bize, düşüncelerimize, yazdıklarımıza kızanlar olmaktadır, hatta bu öfke bakışlılar aramızdan, “gönüldeş” dediklerimizle yeğindir. Trol değiliz, kalemşor değiliz ve hiç bir siyasi beklentimiz de yoktur. Yalın halde bu memleketin evladıyız ki Türklük sevdamızdan gayrı sermayemiz hiç olmamıştır, olmayacaktır da… Yazılarımızı vaziyet buyrulmamanın, politik cülus beklememenin rahatlığı ve bir o kadar sorumluluğu terk etmemenin şuuru ile yazıyoruz.
Merama gelince;
Bir ülke düşünün ki “ezilenlerden” gayrı kimsenin hesap vermediği yer olsun. Bu vaziyet, dayanılacak şey midir? Yüksek umdeleri saklar, kollarken ve bu gaye ile birilerini desteklerken o desteklediklerinizin “ne yaptığına” da bakmanız gerekir. Bu gerekliliklerin başında ise buyuranların buyurduklarıyla ellerini çırpıştırmalarına mani olmak, teflon tavalık pozisyonuna geçmelerine müsaade etmemek ve sorumluluklarını dibine kadar hissettirmek lazım gelir. Yani memalikte milyonların deney örneklemi gibi kullanılmasına “dur hemşerim” demenin sorumluluğudur bu… Her işe “he” demenin ve azıcık muarız olana bile hücum etmenin artık işle can sıkıcığı olduğunu anlamak için kaç vakit geçmelidir ki?
Hep milletten bir şeyler beklenir oluyor. Siyaset kadrosu denemesini yapıyor, kenara çekiliyor; akabinde fedakârlık yine ezilenden bekleniyor. Tamam, “ezilen ses çıkarmıyor ve rantiyeciler işler yolunda aş.” oluyor diye biz de mi sus pus olacağız?!. O halde burada neden yazıyor ve şimşekleri üzerimize neden çekiyoruz ki… Elan vereceğim cevabın sıradanlaşmasına yahut Fransızların değişi ile “pourriture” edilmesine müsaade etmeden söyleyeyim ki: biz Türk Milliyetçisiyiz ve o sebeple susamıyoruz!
Burada amaç bir iktidar kötülemesi değildir, “12 Kızgın Adam” içinde “suçlanacak Zenci Türk” arayıp sağduyuyu da kaybetmiyoruz. Evet, kimi iktidarlar sürekli kazanmanın yarattığı dayanılmaz hafiflikle artık öyle bir “ne istersem yaparım” salahiyetine kapılıyorlar ki toplumda yarattıkları yarılmanın farkına bile varmıyorlar. Daha kötüsü ise bunun bir başarı taktiği halinde benimsenmesi doğru yürünüyor ve teflon tavalık ortaya çıkıyor.
Çoğunluğun verdiği sandık avantajını tepe tepe kullanmanın çoğulcu demokrasinin evsafına verdiği zararın haddi hesabı yoktur. “İstişare ve meşveret” diyenlerin ülkenin kaderini belirlemede “ortak akıl” yürütmesi ve çıkan sonuçların hayra da şerre de adil dağıtılması gerektiğini söylemeleri de icap eder. Şu örneğe bakalım ki meramımız anlaşılsın. Haber Anadolu Ajansı, kaynak ise bizim meşhur TÜİK verileridir: “Türkiye'de en yüksek gelire sahip % 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen yıl bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak % 49,8'e yükselirken en düşük gelire sahip % 20'lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak % 5,9'a geriledi”. Haberde şaşılacak durum yoktur, biliyorum. Şaşılacak durum sorumluluk alanlara sorumluluk verenlerin acayip halidir. Hayhay, o halde bu işlerde tek pay iktidarlarda mıdır? Fukara, niye fukaralaştığını adam gibi analiz ediyor mudur ki… Bir belediye A Partisi’nden B Partisi’ne geçtiğinde sürü halinde işçi çıkarırken aidat-sever sendikalar ses çıkarıyor mu ki… İyi de baylar ve bayanlar, bu işlerin sorumluluğunu kim alıyor?!. Hepimiz mi “teflon tava olduk” diyorsunuz…
Biz bunları yazdıkça fark ediyor, fark ettikçe yazıyoruz. Siyasetin çürümüşlüğünü, demokrasinin sakata gelişini, sosyal-ekonomik çözülmenin boşalmış zincirlerini yazdıkça da eleştiri alıyoruz. Diyorum ki “Titanic battıysa herkes sayesinde batmıştır”. Bilenle bilmeyen, farkında olanla olmayan, isteyerek ya da istemeyerek o trajedinin (buzdağına çarpışın) ilmek ilmek hem kaderidir hem failidir. Dolaysıyla bazı avare akıllılar “aha AK Parti, işte AK Parti, gördün mü AK Parti…” diye mevzuda tepinip dursunlar. Sanki sorun AK Parti… Onlarda “Kemalistler” diye yeri göğü inletiyorlardı bir zamanlar… Doğru, sözüm ona Kemalistlerin teflon tavalığı ile geldik bu vaziyetlere… Doğru da eğer hakikat şu memlekette daha çok gülen yüz insanını resmediyorsa konuyu kapatırım; ama öyle değil! Kimse Pandora’nın kutusunu açmaya oysaki cesaret edemiyor! Hay de cümleyi geri aldım; farkına bile varamıyor... Farkına varanları ise her köyden kovup; arıza, deli, muarız muamelesi yaparak işimizi Allah’a havale ediyoruz; hayrola!..