1685 yılında İngiltere kralı James, Kuzey Amerika’daki İngiliz kolonilerini, daha kolay yönetmek amacıyla, İspanya’nın sömürgelerindeki merkezi yönetim modelini esas alarak, Dominion of New England Federasyonu altında birleştirerek, ortak vali atadı. Koloni sözleşmelerini iptal ederek, yeni vergiler koydu. Halkın çoğunluğu federasyonu kabul etmeyerek, direndi. Kral İngiltere de tahttan indirilince, vali tutuklandı, federasyon iptal edilerek, eski modele geri dönüldü.
Fakat bu tarihten sonra, Birleşik Krallıkla Amerika’daki koloniler arasında, bazen şiddetlenen mücadele süreci başladı. Koloni halkları ve onların temsilcisi olan meclisler, otonomi ve yerinden yönetim isterken, İngiltere; şirketler ve valiler vasıtasıyla kolonilere mutlak manada hakim olmayı amaçlıyordu. Koloniler, nüfusları ve ticaret hacimleri arttıkça, Krallık nezdinde önem kazanıyordu. 1688 yılında yapılan devrimde İngiltere’de kralın yetkilerinin azaltıldığını gören koloni halkı, kolonilerde de kralın temsilcisi olan valinin yetkilerinin kısılmasını hedefledi.
Koloni meclisleri arka arkaya ve birbirlerini örnek alarak valilerin yetkilerini kısan kararlar aldı. Şirketler, halka yakın olmak amacıyla, merkezlerini Londra’dan kolonilere taşımak zorunda kaldılar. (Daha önce kritik konular söz konusu olduğunda vali, Londra’daki şirket merkezinden yazılı talimat istiyordu. Talimatın gelmesi bazen aylar sürüyordu. Netice de öncelikler farklıydı.)
1756’da başlayan Yedi Yıl Savaşları, Fransa’nın yenilgisi ve İngiltere’nin zaferiyle sonuçlandı. Yedi Yıl Savaşlarına kadar, Fransa, Kuzey Amerika’da en kuzeyde Quabek’ten en güneyde Louisiana’ya kadar geniş arazilere sahipti. Bölgesindeki Kızılderili gruplarıyla köklü ilişkileri vardı. Mississippi nehrini ele geçirerek, kıyı şeridine onlarca kale yapmıştı. Nehir, kuzey-güney ticaretinde kullanılıyordu. Güneyde New Orleans, kuzeyde Quabek gibi limanlar ticaret merkezleri haline dönüşmüştü.
Fransız toprakları, İngiliz kolonileriyle sınırdı. (Kolonilerin hemen batısındaydılar.) Dolayısıyla, kolonilerin batıya doğru genişlemesini, yani zenginleşmesini engelliyorlardı. 1763 yılında imzalanan Paris Anlaşmasıyla, Amerika’daki Fransız toprakları İngilizlere geçti. Bu topraklar, İngiltere’nin egemenliğindeki topraklardan üç kat daha genişti. Paris Antlaşmasından sonra krallıkla koloniler arasındaki gerilimlere bir yenisi eklendi. Koloniler batıya doğru hızla büyümek isterken, Krallık yavaş ve kontrollü büyümeden yanaydı. Krallık, Fransız yerleşimcilerle ve Kızılderililerle ters düşmek istemiyordu.
Yedi yıl Savaşlarında yüklü harcamalar yaparak mali sıkıntıya giren İngiltere’nin, yeni kaynaklara ihtiyacı vardı. Parlamento ve hükümet, yeni vergileri ada halkından almak yerine, kolonilerden almayı daha uygun buldu. Ada halkı, İngiliz parlamentosunu ve hükümetini seçiyordu. Adaya yeni vergiler koysalar, seçimleri kaybederlerdi. Oysa, koloni halkının İngiltere’de oy hakkı yoktu. Dolayısıyla Parlamento’da ve hükümette temsilcileri de yoktu. Özetle politikacılar açısından, kolonilere vergi koymanın riski ve maliyeti yoktu. Önce kolonilerin başkalarıyla ticaret yapmasını yasakladılar.
Bu yasak, ticaretin İngiltere üzerinden yapılması, yani İngiltere’ye kar bırakılması demekti. 1764’te Şeker Yasası ve Yeni Para Yasası çıkarıldı. Vergiler arttırıldı. Bunların sonucunda kolonilerde nakit sıkıntısı başladı. 1765’te çıkarılan Asker Konaklama Yasası hükümlerine göre, kolonilerdeki İngiliz askerleri, birer, ikişer halkın evlerine yerleşecekti. Onların gıdasından, giysisinden ve ısınmasından ev sahibi sorumlu olacaktı. Birleşik Krallığın amacı, koloniler için yaptığı askeri harcamaları minimize etmekti. Fakat yapılmak istenen, hiç kimsenin kolay kabul etmeyeceği, eşi, benzeri görülmemiş bir uygulamaydı. Aynı yıl çıkarılan Pul Yasasıyla, el ilanından sözleşmelere kadar tüm kağıtlara pul yapıştırma mecburiyeti getirildi.
Pul sadece valilikler tarafından satılıyordu. Aynı yıl gümrük vergileri de arttırılarak gümrük denetimleri sıkılaştırıldı. (Özellikle İngiltere’den ya da sömürgelerden ithal edilen çay, cam, boya ve kağıt gibi ürünlerde yüksek vergi artışları oldu.) Bu uygulamalarla, vergiler halkın, aydınların ve tüccarların yoğun tepkisiyle karşılaştı. ‘’Temsil yoksa vergi de yok. Oy yoksa para da yok.’’ sloganlarıyla harekete geçtiler. ‘’Nasıl ki bizim meclislerimiz İngiltere de yaşayan insanlarla ilgili karar alamaz, İngiliz meclisi de bizimle ilgili karar alamaz.’’ diyorlardı. İthal ürünler yerine yerli ürünler kullanma (çay yerine kahve içme gibi) şeklinde başlayan tepkiler, gümrük görevlilerine saldırıp darp etme ve İngiltere’den gelen malları denize dökme gibi boyutlarda yükseldi. İngiltere, şehir merkezlerine asker gönderince, tepkiler daha da arttı.
Ölümle sonuçlanan olaylar sonrasında, 1767 yılında, İngiltere geri adım atarak, çay dışındaki vergileri iptal edince, 1773’e kadar ortalık yatıştı. 1773’te, kaçak çay tüccarlarının ve bağımsızlık taraftarlarının kışkırtmasıyla, Boston limanındaki çaylar denize döküldü. Boston kışkırtmasından sonra, ABD’nin kurulmasına kadar uzanacak olaylar başladı. Kral ve hükümet, rahatlıkla sonlandırılabilecekleri olayların, yanlış kararlarlar ve basiretsiz yönetim neticesinde, büyüyerek, kolonilere yayılmasına yol açtı.
15 Mayıs 1775’te, ABD Kongresi Filedelfiya’da toplanarak, İngiltere’ye harp ilan etti. Yani Amerika’da yaşayan İngilizler, İngiltere’den yani kendi devletlerinden bağımsız olmak istiyorlardı. 4 Temmuz 1976’da ABD Kongresi, Bağımsızlık Bildirgesini yayınladı. İspanya, Fransa ve Hollanda, kolonileri desteklemeye başladılar. Bunun üzerine Birleşik Krallık, onlara da harp ilan etti. (Basiretsiz Fransa Kralı kolonileri destekleyerek kendi idam fermanını da imzalamış oluyordu. Kolonilerin, süper güç olan İngiltere’yi yenerek cumhuriyet kurması, Fransızlara örnek olacak, onlarda 1789’da devrim yapacaktı.) Krallık, süreci yanlış yöneterek başlangıçta azınlık olan ayrılıkçıları, baskın çoğunluk haline getirdi. Örneğin beş güney kolonisi krala sadık kalarak, savaşa katılmama niyetindeydi.
Fakat Virginya valisi, köleleri, İngiliz ordusu saflarında savaşmaya davet ederek, zaferden sonra hürriyet vadetti. Bu davetten sonra, nerdeyse tamamı köle sahibi olan güney halkı, ayrılıkçıların yanında saf tuttu. Kral, Alman kökenli olduğundan kolonilerdeki Almanlar, Krala sadıktı. İngilizlerin çoğunlukta olduğu meclis ve hükümet tarafından yönetilmektense, kendileriyle aynı soydan gelen kral tarafından idare edilmeyi tercih ediyorlardı. Fakat İngiliz ordusu, Alman kökenlilerin yaşadığı yerleri de bombalayınca, onlarda bağımsızlıktan yana tavır aldılar. Hülasa kanlı muharebelerden sonra, 1783’te, İngiltere, on üç koloninin bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.