Erdoğan ŞİÖ toplantısı münasebetiyle bulunduğu Astana’da, yarın, uzun bir aradan sonra, Putin ile görüşecek. Kremlin, gündemde çok hassas ve hayati derecede önemli konular olduğunu açıkladı. Putin genel seçimlerden sonra Türkiye’nin başlattığı Batıyla uzlaşma stratejisinden son derece rahatsız olduğunu giderek sertleşen beyanatlarıyla gösteriyor. Mart sonunda Türkiye’ye yapacağı seyahat, Putin’in yurtdışına çıkmasının güvenli olmadığı gerekçesiyle iptal edildi. Daha sonra Çin, Beyaz Rusya, Özbekistan ve Kuzey Kore’ye giden Putin, haziranın ilk haftasında yaptığı açıklamada Batı’dan finans bulunmasından ve Rusya ile ekonomik ilişkilerin kısıtlanmasından son derece rahatsız olduklarını ifade ederek Türkiye’yi üstü kapalı olarak tehdit etti.

       Türkiye uzun süredir Batı ve Avrasya blokları arasında denge siyaseti yürütüyor.  Ekonomik durum, ABD’nin tavizler vermeye hazır olduğunu göstermesi ve Avrasya Blokunun özellikle Ukrayna savaşı yüzünden zayıflaması, Ankara’yı Batıdan yana yeni bir denge kurmaya itti.  Seçimlerden sonra Türkiye’nin makas değiştireceği uluslararası kamuoyunun malumuydu. Zira Türkiye ticaretinin %70 kadarını Batı ülkeleriyle yapıyor. Dış borçlarımızın %90’ı batılı bankalara. Memleketimize gelen turistlerin %80’den fazlası ya Avrupalı ya da Batı’dan etkilenen Arap ülkelerinden.

       Bazı analistler İran ve Rusya’yı örnek gösteriyorlar ama bizim topraklarımızdan petrol ve gaz fışkırmıyor. Onlar 5-10 dolar aralığında mal ettikleri petrol ve gazı 15-20 katına satarken biz binlerce dolar ihracattan elde ettiğimiz karla 1 varil petrol yahut 1 metreküp gaz alabiliyoruz. Kaldı ki sahip oldukları zenginliklere rağmen Rusya ve İran’ın durumu ortada. MHP’nin Batıya yönelmeye karşı olduğu iddiası, gerçekçi değil. Bahçeli’nin Batıya yönelme siyasetini, ABD’yi, Avrupa’yı hatta NATO’yu eleştirmesinin nedeni, hükümetin yani Türkiye’nin elini güçlendirmek. Daha az taviz verilerek daha çok kazanım elde edilmesini sağlamak.

       Politika değişikliğinin ilk önemli göstergesi İsveç’in NATO üyeliğine olan vetoyu kaldırmamız oldu. Batı bu adıma ülkemize olan yaptırımların neredeyse tamamını kaldırarak yanıt verdi. Bu sayede milli uçağımızı ve tankımızı üretecek seviyeye geldik. Muhtemelen 2030’larda motor üretebileceğiz. F-16 filomuzun modernizasyonun ve F-16 alımlarının önü açıldı. Ülkeye özellikle sıcak para girişi arttı. Sadece Dünya Bankasından gelmesi kesinleşen kredi tutarı 35 milyar dolar.

       Bu süreçte son aşama, geçen hafta Türkiye’nin gri listeden çıkarılması oldu. Türkiye’de çok yankılanmayan bu gelişme, ülkemize düşük faizle, daha uzun vadeli ve daha çok para girişinin başlaması demek. Önümüzdeki aylarda kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkemizin notunu yükselttiğini ve kredi notumuz iyileştikçe faiz oranlarının daha da düştüğünü göreceğiz. Gri listeden çıkarılmamız sadece kara para ile ilgili düzenlemeler yapmamızdan kaynaklanmıyor. Türkiye; Rusya ve İran’a uygulanan yaptırımların hafifletmesini sağlıyordu. Attığı adımlarla bu pozisyonunu değiştirdi. Tabii bu pozisyon değişikliği Rusya ve İran açısından yaptırımların daha etkili hale gelmesi ve ekonomilerinin daha da bozulması demek.

       Türkiye ile ABD arasındaki en önemli anlaşmazlık PYD-YPG konusunda. PKK demiyorum çünkü ABD bu örgütleri ayırıyor. Bir türlü başlamayan Irak harekatını desteklerken Suriye’deki PYD bölgesine iki füze attığımızda ortalığı ayağa kaldırıyor. Zaten ABD’nin tam desteğini almış olan Kalkınma Koridoru projesinin gerçekleşmesi de Irak’ta güvenliğin sağlanmasına yani Irak’taki PKK varlığının son bulmasına bağlı. Tayyip Beyin nisan sonundaki ABD ziyareti Suriye konusunda hiçbir ilerleme sağlanamadığı için iptal edildi.

       Erdoğan’ın haziran ortasında İtalya’da gerçekleştirilen G-7 zirvesine davet edilmesi çok istisnai bir uygulamadır. Özetle bu davet, Türkiye’nin mevcut siyasetleriyle, İsrail’e karşı aldığı tavra rağmen Batının bir parçası olduğunun ilanıydı. Aynı zamanda Suriye konusunda bir mesafe alındığını gösteriyordu. Geçen hafta Erdoğan ve Esad’ın arka arkaya yaptıkları açıklamalar, uzlaşmaya yakın olunduğunun bir başka göstergesi.

       Suriye yıllardır süren ekonomik darboğazı aşabilmek için yabancı sermayeye ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyacını Rusya ve İran’dan karşılaması mümkün değil. Körfez ülkeleri Suriye’ye yatırım yapmak istiyorlar. Fakat güvenliğin sağlanmasını ve başta Türkiye olmak üzere sorun yaşanan ülkelerle uzlaşılmasını şart koşuyorlar. Türkiye uzun zamandır uzlaşalım çağrısı yapıyor, Esad masaya oturmak için kabul edilmesi mümkün olmayan şartlar ileri sürüyordu. Batı medyasına göre, Suudi Arabistan ve BAE veliahtlarının çabaları sayesinde Suriye geri adım attı.

       Putin’in sert beyanatları, G-7 Zirvesi daveti ve Erdoğan’la Esad’ın PYD-YPG’yi hedefleyen mesajları, ABD-Türkiye-Suriye ve Körfez ülkelerinin Suriye konusunda bir mutabakata vardıklarını ya da yaklaştıklarını gösteriyor. Bu gelişmelerin hemen ardından Kayseri’de çıkan ve sığınmacıların yoğun olduğu başka şehirlere de sirayet eden ve Suriye’de Türklere ve Türkiye’nin kurumlarına saldırılar düzenlenmesiyle uluslararası nitelik kazanan olayların spontane geliştiğini düşünmek saflık olur. Rusya ve İran, ‘’Bizi görmezden gelemezsiniz. Bunun bedeli olur, diyor olabilirler mi?’’ sorusu akıllara geliyor.  

       Tayyip bey, 4 Temmuz da Putin’le görüşecek. 5-6 Temmuz da TDT Zirvesine katılacak. Bu zirvede Hazar geçişli nakil hatlarının kesinleşmesi sürpriz olmaz. İmzalar atılırsa Türkiye, ABD’nin desteğiyle, Orta Asya’nın kaderini değiştirecek hayati bir adım atmış olur. Hemen akabindeki NATO Zirvesinde de en önemli gündem maddelerinden biri, aynı Putin görüşmesi gibi, Suriye yani PYD-YPG olacak. 

       Kayseri’de patlak veren olaylar sığınmacılar sorununun ön görülenlerden farklı komplikasyonlara neden olabileceğini gösterdi. Bu sorunun bir fay hattına dönüşmesine müsaade etmemeliyiz. Emperyalistler milletimizi Türk-Kürt ve Alevi-Sünni fay hatları oluşturarak bölmeye ve birbirine düşmanlaştırmaya çalıştılar. Çok hasar verseler de kesin sonuç alamadılar. Bu sorunu en kısa süre de çözemezsek gerçek bir fay hattımız olacak.