Yazılanları, yazdıklarımız okuyup; ara ara eleştiri getireneler olur. Eleştiri elbette normaldir ki eğer hakkı veriliyorsa… Münekkitlerin çoğunu tanımayız lakin bir kısmını da biliriz; çünkü bizim mahaldendir ve “dava adamı” titrini-sanını da bu arkadaşlar pek sevmektedir. Çıkarlar, elan konjonktüre göre evvel yazılanları veya güncel karalamaları “bize uymuyor” diye tenkit yerine yaylım ateşine başlarlar. Küçük düşürmek, alaya almak, bel altı vurmak için libidoyu şişirip durur bu arkadaşlar. “Tenkit doğruya yönelik değildir” demiyorum; çünkü yaptıkları tenkit değildir. Konfora göre konuştukları için biat edilen düzeneğin ola ki doğru bir icraatını, amelini yazsak dahi derler ki “aha nedamet, aklı başına geldi; fakat kâr etmez”. Öyle… Onlar gibi kâr hesabı gütmeyiz.

Şimdi;

Bu “dava adamı” arkadaşların mekaniği şöyle işler: seni yerden yere vurup, her kılığa, şekle sokarlar. Tahkir ve hakaret ederler; ama iş kendilerini (birilerince) tanımlanmaya geldiğinde ise hop oturup hop kalkarlar. Bizim dava adamları sövgüden haz duyarken tanımlanmaktan cin tutarlar. Kum torbası gibi size vurup durmanın dayanılmaz keyfi ortalık yerdeyken nedir şimdi bu?

Sadete gelelim;  

Bizler tek oluşluğumuzla kaygıya sürüklenir canlılarız. Evet.. insan oğlu böyledir: doğada ve kalabalıklar içinde tek kalmak istemez. Millet dediğimiz olgunun başkaca hesabı ne ola ki? Ailenin, çevre ve arkadaşların anlamı başka nedir?!.

İşte bu masum kaygılar şu düzenekte fena istismar ediliyor. İstismarın babası da siyaset! Toplum adına bu kaygıları yaşamamız istenirken diğer taraftan birbirimiz ile aynı olmamız için sözüm ona kolaylıklar gösteriyorlar; ama sahte kolaylıklar. Nasıl mı? Aynı ideolojiden olalım, aynı mezhebe, aynı partiye oy verelim ve sorunsuz halde yaşayalım gitsin… Yani özne olma, birey olma ve bu emirdarları sorgulama! İtaat ile huzuru bul; pekiyi.

“Uygarlık” diyor Ercih Fromm; “karşılıklı kar sağlayan alış-veriş düşüncesi ile satın alma açlığı üzerine ilerliyor”. El-hak doğru; hatta bu doğruluk o kadar yüksek ki insan da bu pazar mekanizmasının kendi eliyle nesnesine dönüşmüş durumda. Sermaye, siyaset, din ve ideoloji; şu gün bizleri nesne olarak görmeyen hiç bir beşeri düşünce/sistem kalmadı! Başarı lazım; güç, itibar, para ve iktidar… Bir tek kalbe ve estetiğe dokunanlar müminin yitik malı oldu çıktı! Ve es selam…

Ülkeme bakıyorum; geleceğe dair kesinlikle bildireceğim hiç bir fütura sahip değilim ama geçmişe ilişkin yaşadıklarımız elimizde. Şimdi şu geçmişe dair kesinliklere bir bakınız; sizi umuda sevk ediyor mu? Yarına dair hoşbeş misiniz?!. Yorum yapmadan soracağım; geçmişi ayna olan şu toplum; adil, eşit, diğerkâm ve birbirini gaye edinmiş midir, ne düşünürüsünüz.

Eğer birbirini anlamayı, sevmeyi ve yaşatmayı (yani fikren ve ruhen) gaye edindiğimize inanıyorsak kapatalım yazıyı, bitsin; ama öyle değilse… Birileri amaçlarına bizi araç kılmadılarsa diyorum; ancak böyle bir toplumda isek umut varım. Elbette benim için öyle değil; üretim bandındaki imal gibi bizi de standardize etmek isteyenlerle dolup taşıyor memleket. İktidar gibi düşün, o ideoloji gibi düşün ve şu mezhep gibi davran… Muhalefet edeceksen de benim gibi muhalefet et! Eyvallah abi…

Doğumdan ölüme dek her seremoni düzenlenmiş. Pazartesi n’apacağımız, iş yerinde neler istendiği… Kim dost kim düşman hepsi bize bildirilmiş; düşünme, sorgulama ve itiraza gerek olmasın ki zındıklaşmayalım.  Oysa bir kerelik yaşam hakkımız var şu dünyada; kendinize, topluma ve doğaya insan hassalarımızla bakmamız ne ayıp değil mi?

Farkında olun olmayın; açıkça sömürülüyorsunuz. İşgal edildiğinizin farkında bile değilsiniz. Bilince el koyulmuş ve bütün tersaneleriniz kuşatılmış da ya farkında değilsiniz ya da “adam sende” diyerek yürüyüp gitmektesiniz. Hazin ki varlığınızı ve insanı insan yapan sevginizi fena kavlatıyorlar; çünkü bize (insana) ne saygı duyarlar ne de tanıyorlar.  Üretim bandının parçası, memur koltuğunun zimmetlisi nesneleriz o kadar; evet birer demirbaşız! Miadı dolup devir daim olanda kayıttan düşecek demirbaş; seçmen sandık listesi, miting otobüsü ve efendiler gibi düşünmeyene saldıracak iman ordusu yedekliler... Biz buyuz.

Ne din ne ideoloji ne de kültür ve ahlak kurtarır bu saatten kelli… Alkışlayalım bizi kendimiz (insan) olmaktan çıkaran, dev heykeller inşa eden ellerimizi… O ellere yön veren beynimizi… Ne diyorsunuz: aptallık yapmayıp uyum sağlayalım değil mi? Cum’a ya devam edelim ve vakit bitene dek kalabalık olmaya devam edelim; nasıl olsa yalnız kalacağımızı düşünmek dahi istemiyoruz ki sürüden ayrı kalanı kurt kapar.

Acziyetin mazoşist ahvaline bakın hele! İster Tanrı, ister onun yerine koyulan bir kişiye kör boyun eğişle bodoslama giden kalabalıklara bir bakın! Bir inancın yahut bir insanın anlam gücünü anlamadan abartmak ve onu/onları sapkın hale getirmek nasıl bir haksızlıktır oysa ki?!.  Evet, o güce sığınarak mutlak kaderciliğin kollarına bırakalım ve rahatlayalım. Sorgulanamaz ve bizden daha iyi bilen ulül emr sahiplerine el pençe/divan bir sürecin içinden geçerek cennet ehli olalım.

Ne şimdi bu?

Kalabalıklar… Hipnotize edilmiş kalabalıklar, artık etrafta ne özne ne birey dolaşıp durmasın; sakıncalıdır. Özne kendini gerçekleştirir, birey o uğurda her şeyi sorgular çünkü…  Bize (hüküm sahibi olanlara) araç lazım, özne değil ki... Kafileler halinde yol alalım, nasıl olsa bir lider, tiran buluruz ve sadistleşmesi için aralıksız tapınma ayinlerini başlatırız. Milyonlar, bütün istikbalini ilahi bir aşkla liderin dudaklarının arasından çıkacak cümlelere hasreder ve hikâyemiz mutlu sonla biter.

Kardeşlerim;

Beni önce insan olarak düşünün; Türk, Ülkücü kimliğimi sonra hesaba katarız. Öyle düşünürsem ve öyle düşünürseniz Alevi, Kürt; Akp’li her ne kimlikte ise güven ve paydaşlığı tesis etme/m/iz için ırağı yakın ederiz.  İnsanı insanla ve doğayla baş başa bırakacak olana kıymet verelim; yani kendimize/kendinize... Haydi, gelin ondan sonra oy verin; Akp'li, CHP'li olun farkı yok. “Daha birbirimizi hazmedememişken ve şu doğayı katlederken” diye bir cümleyi devam ettirmemiz şimdilik safdillik olsun; tamam. Tamam, Londra’dan, Pentagon’dan ve Şam ile Tahran'dan bakıp da bıyık altı gülenler köşede dursun o halde.

Pekâlâ; ihtiyacımız olan ilgi, bilgi, saygı ve sorumluluğu es geçmeye devam... 25 yıl sonra olacakları düşünmek beni fena halde ürpertiyor kardeşim.