Ele alacağımız konu mühim. Mühim olduğu kadar da belgeli ve bilgili: Kanayan yara Doğu Türkistan! Bu yarayı sarmak için -başta Türkiye olmak üzere- kılını bile kıpırdatmayan İslam Âlemi ve onlardan bir duayı bile esirgeyen Diyanet İşleri Başkanlığı’na diyeceklerim var.

Aslında “İslam Âlemi” diye bir âlem, bir dünya yok. Olsa idi Müslümanların boynu bükük durmaz, dünyadaki gelişmelere seyirci kalmaz; ilimde, irfanda, medeniyette, üretimde, diplomaside söz sahibi olurdu. Kendi dininden habersiz yaşayan, üretmenin yollarını arayıp hazır yiyicilikten kurtulamayan toplumlar iflah olmazlar. 70 yıldan beri Vahşi Çin devletinin işgali altında bulunan Doğu Türkistan’da özü sözü bir, soyu bizden, dini bizden milyonlarca insan zulüm altında inleyip Cahiliye dönemi artığı müşriklerin ilk Müslümanlara yaptıkları işkencelerin daha ağırını görürlerken “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığındaki sözde Müslümanlar adeta seyrediyorlar. Seyretmekle de kalmıyor, Çin’i mazur gösterecek mazeretler bulma yarışına giriyorlar. Bunun en acı tarafı da, “Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” düsturu olan bir dinin mensupları ile bu düsturun hayata geçirilmesinde resmi görevi olan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların, Müslümanlığı kimseye bırakmayan tarikat/cemaat önderlerinin ve hatta siyasi yalakalık peşinde koşan bazı sözde milliyetçilerle ESKİMİŞ ülkücülerin de bu yarışın içinde olmalarıdır. Müslüman kardeşinin çektiği zulmü görmezden gelip Vahşi Çin’in Türkiye’deki maşası olan Doğu Perinçek ve ona bağlı ekibin çıkardığı adı “Aydınlık” kendisi karanlık paçavranın yalanlarına inananlar var. Onlar, “Amerika sahip çıkıyorsa Çin haklıdır” gibi ahlâki, vicdani hiçbir haklı tarafı olmayan mazeretler üreterek Doğu Türkistan davasının yılmaz savunucuları olan rahmetli İsa Yusuf Alptekin’le sürgünde yaşayan, Çin korkusundan dolayı Türkiyemize bile sokulmayan Rabia Kadir Hanımefendi’ye çamur atmaktan da geri durmuyorlar. Bu tavırda olanlara tek bir söz söylüyorum: Allah’tan korkun!..

Gelelim Çin’in Türkiye’deki maşası ve yönlendiricisi olan Doğu Perinçek’e…

Önce o karıştırıcının Türkiye’deki PKK terörünün ağababası, 30 – 35 bin vatan evladının katili Apo seviciliğinden başlayalım. Perinçek’in, 1991 yılında Suriye’deki meşhur Bekaa Vadisi’nde terörist başı ile samimi pozlarda el ele kol kola dolaşıp teröristleri teftiş ederek tekmil aldıklarına dair resimler internet sayfalarında duruyor. Merak eden ya da inanmayan varsa açıp bakabilir. Nitekim yakalanıp getirildikten sonra DGM Savcısı’na ifade veren Öcalan da şunları söylüyordu:

"Doğu Perinçek'in 1991 yılında kampımıza geldiği ve benimle görüşmeler yaptığı doğrudur. Doğu Perinçek bana 'siz bu şekilde muvaffak olamazsınız, benim siyasi yapılanmam içinde yer almanız daha doğru olur' şeklinde telkinlerde bulunuyordu."

Perinçek, 1991 seçimleri öncesinde "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda" suçu işlediği için Ankara 1 No'lu DGM'de hapis cezasına çarptırılmış, daha sonra doğu ve güneydoğu illerindeki İşçi Partisi teşkilat binalarına PKK bayrağı ve Abdullah Öcalan'ın resmini astırmaktan da hüküm giymişti. Maoculuk, Kürtçülük ve “Ulusalcılık” oyunları oynayan Perinçek, zaman ve zemine göre her boyaya girmesini bilse de Maoculuğundan ve Çin Komünist Partisi’nin maşalığından hiç taviz vermemiştir. Başta Komünizmle Mücadele Derneği Genel Başkanı Gazeteci İlhan Darendelioğlu olmak üzere 12 Eylül öncesinde bazı ülkücülerle polis ve askerlerimizin katledilmesinde, Perinçek ekibinin çıkardığı Aydınlık Dergisi/Gazetesi’nin azmettiriciliği önemli rol oynadı.

Perinçek için yapılan teşhis doğru mu? Doğru! “Maocu, Kürtçü, Ulusalcı!” İşte, kendi ifadeleri ile Kürtçülüğünün ispatı:

"Kürt sorununa çözüm demokratik, federal, emekçi cumhuriyetidir. Türk milliyetçisi ve piyasacı düzen partileri Kürt illerinde iflas etti... Kürt milleti kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterlerse ayrı bir devlet kurabilirler. Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönül birliği gerçekleştirmektedir. Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılığı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir..." (Doğu Perinçek, 2000'e Doğru Dergisi, 15 Eylül 1991)

Şimdi de Doğu Perinçek ve ekibinin günümüzdeki faaliyetlerine ve hiç taviz vermediği Çin severliğine/Maoculuğuna geçebiliriz…

Önce Mayıs 2018 tarihli gazete haberlerine bakalım:

“Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Çin Komünist Partisi'nin daveti üzerine beraberindeki heyetle birlikte Çin'e gitti. Perinçek, Pekin'e hareket etmek üzere geldiği Atatürk Havalimanı'nda basın mensuplarına ziyarete ilişkin açıklamalarda bulundu.

Çin Komünist Partisi'nin davetlisi olarak Pekin'e gittiklerini anlatan Perinçek, "Hepimizin bildiği gibi 21'inci yüzyılda Türkiye ve Çin Halk Cumhuriyeti stratejik dostlukları olan iki ülkedir. Türkiye'nin güvenliği Çin'den başlıyor, Çin'in güvenliği Türkiye'den başlıyor” şeklinde konuştu. Çin'de gerçekleştirilecek temaslar kapsamında iki ülke arasındaki güvenlik konularının ele alınacağına vurgu yapan Perinçek, Türkiye ile Çin arasındaki ekonomik ilişkilerin de görüşüleceğini kaydetti. (3 Mayıs 2018)

“İki ülke arasındaki güvenlik konularını ele alacağına” göre Perinçek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Dışişleri ya da İçişleri Bakanı mıdır? Hayır! Hiçbiri olmadığına göre Çin Devleti’nin bu önemli konuyu görüşmek üzere devlet yetkilileri yerine onu davet etmesinin ardında yatan sebep nedir? “Türkiye ile Çin arasındaki ekonomik ilişkilerin görüşüleceğini” de ifade ettiğine göre kendileri yoksa Ekonomiden sorumlu Bakan ya da Ticaret Bakanı olmuştu da haberimiz mi yoktu? Kayıtlara baktık, sorup soruşturduk, o da yok. O yok bu yok da peki bunlar nasıl oluyor, ne anlama geliyor ve AKP hükümetleri bundan rahatsız olmuyorlar mı?

Mayıs 2018’den tam bir yıl sonraki gazete haberlerine geçelim:

29 Mayıs 2019 tarihinde Ankara’da, Doğu Perinçek’in Genel Başkanı olduğu Vatan Partisi tarafından düzenlenen ‘Üretimde Atılım İçin Türkiye – Çin İşbirliği Toplantısı’na Çin Halk Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçisi Deng Li, Siyasi Müsteşarı Wang Fei, Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı Xie Xinxing, Ekonomi ve Ticaret Ataşesi Li Qian ve Çevirmen Wang Hao'nun yanısıra Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, ES Mali Yatırım Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak’la birlikte bazı özel teşebbüs temsilcileri ve siyasiler katılmışlardır.”

Demek ki bir yıl önce Pekin’de yapılan görüşmelerde kararlaştırılan hususlar uygulamaya konmuş. Çin, Türkiye’deki ticari ilişkilerinde Doğu Perinçek ve ekibini kullanıyor. Bu toplantıya katılanlar arasında bulunan iki kişi ise özellikle dikkat çekiyor. Eski Maoculardan olup “Tayyip Erdoğan’a âşık oldum” demesiyle ve bir de Tank Palet Fabrikası’nı Katar ortaklığı ile almasıyla gündemden düşmeyen Ethem Sancak’la, rahmetli babası Sabri Ülker’in kemiklerini sızlatan oğlu Murat Ülker!

Şimdi yeniden Mayıs 2019 sonunda yayınlanan gazete haberlerine dönelim:

BMC Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak, toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Sayın Genel Başkan'ın (Doğu Perinçek) eski bir yoldaşıyım, yeni girişimciyim.

Türkiye ve Çin birbirine mecburdur. Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi, ben sende tutuklu kaldım. (Yani Maoculuğum devam ediyor!) İnsanlığın yeni bir uluslararası sistemin inşasına ihtiyacı vardır. Bu görev Türklerin ve Çinlilerin omuzundadır. Sayın Doğu Perinçek’in ve Sayın Büyükelçi’nin devletler nezdinde sorumluluk üstlenmesini diliyorum…”

Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker de toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Hepimiz Çin tarafındayız. Bu çok mühim bir inisiyatif. Mutlaka hava, kara, deniz yollarının gelişmesi ve İpek Yolu'ndan böylece istifade etmemiz lazım."

Ey Perinçek, ey Ethem Sancak ve ey Murat Ülker!.. Hepiniz “Çin tarafındasınız” da Türk tarafındaki taraklarda beziniz yok mu? Para, pul, menfaat her şeyden önemli mi? Hele sen Murat Ülker, hele sen! Rahmetli babanızın ve Galip Erdem Ağabeyimizin hatırına ülker ürünlerinden başka markaların yüzüne bile bakmayan bizlere de ihanet ettin. Doğu Türkistan’da zulüm görenler umurunuzda değil belli de, burada size kadirşinaslık gösterenlere de aldırdığınız yok, yazıklar olsun! İngiltere’de, dünyaca ünlü Arsenal Futbol takımında oynayan gurbetçi çocuğumuz Mesut Özil’den bari utanın:

"Ey Doğu Türkistan! Ümmetin kanayan yarası!.. Eziyetlere direnen mücahit ve mücahideler topluluğu!.. Zorla İslam'dan uzaklaştırmaya çalışanlara karşı tek başına mücadele veren şanlı müminler. Kur'anlar yakılıyor, camiler kapatılıyor, medreseler yasaklanıyor, din âlimleri birer birer öldürülüyor. Erkek kardeşler zorla kamplara sokuluyor. Onların yerine Çinli erkekler ailelerine yerleştiriliyor. Bacılar zorla Çinli erkeklerle evlendiriliyor. Tüm bunlara rağmen Ümmet-i Muhammed suskun, sesi çıkmıyor. Müslümanlar sahiplenmiyor. Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür. Hz. Ali ne güzel demiş: 'Zulme engel olamıyorsanız, onu herkese duyurun!' Batı medyası ve devletlerinde dahi bu olaylar aylardır, haftalardır gündemde iken Müslüman ülkeler ve medyaları nerede? Bilmezler mi ki, zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur... Bilmezler mi ki yıllar sonra oradaki kardeşlerimizin bu acı günlere dair hatırlayacakları zalimlerin işkenceleri değil, biz Müslüman kardeşlerin sessizliği olacaktır. Ya Rabbi, Doğu Türkistan'daki kardeşlerimize yardım eyle... Şüphesiz ki Allah; tuzak kuranların en hayırlısıdır..."

VE EY DİYANET!..

Birtakım softalara sorsak Mesut Özil’i belki Müslüman olarak bile görmezler değil mi? Ama yaptığı şu açıklamayı lütfen bir daha okuyun. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, yani sizden beklenen açıklamayı İngiltere’de top koşturan Almanya doğumlu bir çocuğumuz yapıyor. Kaldı ki siz ey Diyanet! Bırakın böyle bir açıklamayı, Türkiye’de kimsenin adını sanını bilmediği, haritalarda yerlerinin bile gösterilemediği ülkelerde yaşayan Müslümanlar için yardımlar topladınız, dualar ettiniz, vaaz ve hutbelerinizde yer verdiniz, oralara camiler yaptırdınız değil mi? İyi, güzel; Allah kabul eder İnşaallah. Peki, yüzlerce yıllık camilerine kilit vurulan, evlerinde bulunan Kur’an-ı Kerimleri toplatılıp tekmelenen, Sahabeler devri Müslümanlarından daha ağır işkencelere tabi tutulan, aile mahremiyetleri hiçe sayılıp evlerine Çinli erkekler yerleştirilen Türk ve Müslüman kardeşlerimiz için niye ağzınızı açmadınız? Onların dertleriyle niye dertlenmiyor, uğradıkları zulmü niye dile getirmiyorsunuz? Emir mi bekliyorsunuz? Kimden ve niçin?

Dua için izin gerekmiyor, vize istenmiyor. “Doğu Türkistan” demekten korkuyorsanız “Uygur Türkleri deyin, Uygur Türkü Müslüman kardeşlerimiz deyin” dedik; yapmadınız. Bu konuda bilgilendirme toplantısı organize edilmesi, konferans verdirilmesi teklifi götürülmüş, dikkate almamışsınız. Ondan sonra da “Peygamber Efendimiz buyuruyor ki, Mü’min kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir!” öyle mi? Peki çektikleri bunca çileye ve sahipsizliklerine rağmen 70 yıldır Çin işgali altında bulunan Doğu Türkistanlı kardeşlerimizle ilgilenmeyen, onlar için duayı bile çok gören sizler bizden misiniz? Peygamber Efendimizin buyruğunu niye yerine getirmiyorsunuz? Yoksa din kardeşleri arasında ayırım mı yapıyorsunuz? Onlar da Müslüman, bilmiyor musunuz?

VE BİR TEŞEKKÜR

20 Aralık 2019 Cuma günü bu yazıyı kaleme alırken ara verip bir işim için Ankara Siteler’e gitmiştim. Cuma vakti yaklaşınca etrafa bakındım ve ilk gördüğüm camiye doğru yöneldim: Siteler Marangozlar Camii… Namaz öncesi vaaz vardı ve avludan rahatça duyuluyordu. Daha önceki yazılarımda da konu etmiştim galiba; yazı yazmaya başladıktan sonra Allah bana yardım ediyor ve bilgiler, dokümanlar sökün edip geliyor; o gün de öyle oldu… İlk defa bir vaazda Doğu Türkistan konusunun işlendiğine, orada yaşanan zulmün anlatıldığına şahit oldum. Dışarıda kaldığım için görmüyor, sesin cami içindeki kürsüden ya da merkezi sistemden gelip gelmediğini bilmiyordum. Vaaz eden her kim ise konuyu çok iyi biliyor ve anlatıyordu. Sitemlerini de göndermeyi ihmal etmedi: “Bütün bu zulme rağmen, hamiyet sahibi bazı Müslümanlar dışında ses veren yok!” Bu konuyu gündemden düşürmeyen ve birkaç yıl önce Urumçi Havaalanı’nda on saat rehin tutulduktan sonra sınır dışı edilen biri olarak oldukça duygulandım. Haliyle, konusunu önceden öğrenip yer verilmeyeceğini bilmeme rağmen “Acaba Diyanet’ten böyle bir işaret gelmiş olabilir mi” diyerek hutbe için de ümitlenmeye başladım. Öyle bir şey olmadı tabii. Hutbe konusu “takva” idi ama takva sahiplerinin Doğu Türkistan’da zulme uğrayan din kardeşleri için de duyarlı olmaları gerekirdi değil mi?

Namazdan sonra dışarıda cami için para toplayanlara sorup öğrendim; vaaz veren kişi cami imamı imiş. Vaktim olmadığı için bekleyip teşekkür edemedim. Daha sonra İmam arkadaşın adını ve telefonunu öğrenip arayarak “Allah razı olsun hocam” dedim. Tanımadığı bir sesten böyle bir hitap alınca o da şaşırdı. Sonra anlattım… Kendisinin de bu konuda hassasiyeti olduğu belli idi. Tekrar teşekkür ederim Âdem Levent Hocam, Allah razı olsun. Ahiret âleminde Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz yakamıza yapıştıkları zaman sizin için şahitlik edeceğimden emin olabilirsiniz.

Birkaç yıl önce de Bağlum’da bir cami İmamı duasına Doğu Türkistan’ı da kattığı için teşekkür etmiştim. 30 Ağustos günlerine rastlayan Cuma hutbesinde “Atatürk ve silah arkadaşlarına Allah’tan rahmet dilerim” diyen Kocatepe Camii İmamı’ndan da o tarihlerdeki bir yazımda bahsetmiştim. Şu işe bakın ki ne hallere düştük; zulme uğrayan Müslümanlara dua ettiler, adlarını andılar diye hocalara teşekkür edip Allah razı olsun diyoruz!

Bu arada, “Her şeye rağmen Diyanet’i yıpratmayalım” diyenlere de bir çift sözüm var: Ne yazık ki Diyanet kendi kendini yıpratıyor ve giderek milletten kopuyor. Durum ortada değil mi?

Oysa görüldüğü gibi bir camide ya da camilerde Atatürk’e rahmet dilemekle, Doğu Türkistanlılar için dua etmekle dünya başımıza yıkılmıyor, laiklik de din de elden gitmiyor. Üstelik ısrarla bunlardan kaçınarak dedikoduya, inatlaşmaya, fitneye sebep olunduğu için sebep olanlar günaha giriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve yetkili olan herkese bunu da biz hatırlatacak değiliz ya!..

İnsafa gelin ya hu!..