İngiltere 1607’de, Amerika’daki ilk kolonisini kurdu. Bu tarihten sonra, Amerika’ya  önce İngiltere, İskoçya ve İrlanda’dan, sonra Almanya’dan göç başladı. Maceracılar, hukuki problemleri olanlar, müteşebbisler, çok fakir ve dolayısıyla ümitsiz insanlara ilaveten, baskı gören dinî gruplar da göçtü. Yol parası olmayan insanlar kölelik anlaşması yapıyor, yol parası mukabilinde 2-3 yıl köle olarak çalışıyorlardı. O tarihlerde İngiltere’de insanlar, bedenlerini teminat olarak gösterebiliyordu.

İngiltere, takip ettiği göç politikası sayesinde toplumun en sorunlu kesimlerinden yani fakirlerden, işsizlerden, işini kaybeden çiftçilerden, ayrılıkçılardan ve suçlulardan kurtuluyordu. Bu sayede toplumsal gerilimler ve çatışmalar azalıyordu. Fransız devriminden en az etkilenen ve 19. Yüzyılda Avrupa’da devrim yaşamayan tek ülkenin İngiltere olmasının en önemli nedeni, takip ettiği göç politikasıdır. Takip edilen farklı göç politiaları nedeniyle, 1763 yılında, Amerika’daki İngiliz kolonilerinin nüfusu iki milyondan çokken, kolonilerden üç kat daha geniş olan Fransız Amerika’sının nüfusu 100 000’den azdı.

Amerika’daki İngiliz kolonileri, kuzeyden güneye deniz kenarında kurulmuşlardı. Şeker, pamuk, mısır, tütün üreterek, İngiltere’ye sevk ediyorlardı. İngiltere’ye dünyanın dört bir tarafından hammadde yağıyor, İngiltere’den her tarafa tekstil ürünleri, demir ve türevleri, denizcilik malzemeleri ve gemi gibi ürünler sevk ediliyordu. Adanın her tarafında binlerce atölye kurulmuş, el işi sanayi ve ticaret gelişmişti.

Ne üretilse satıldığından mühendisler, ustalar, kalfalar hatta sıradan işçiler, üretimi nasıl hızlandırırız, nasıl çok mal üretiriz sorularına cevap bulmaya çalışıyorlardı. Önce çıkrık ve mekik makineleri, ardından dikiş makineleri bulundu. Manifatura üretiminde basit makineler kullanılmaya başlandı.

Hızlı üreten çok kazanıyor, dolayısıyla herkes yeni üretim modelleri geliştirmeye çalışıyordu. Fabrikalar kuruldu, uzmanlaşma gelişti. Sanayileşme tüm sektörlere yayıldı. İngiltere’de işgücü, gençler Amerika’ya göç ettiğinden, Avrupa’nın geri kalanından daha pahalıydı. (İngiltere, devasa hacimde köle ticareti yapıyordu fakat İngiltere’ye köle sokmak yasaktı.) İcatları tetikleyen bir husus da buydu. İşçi sayısını azaltan her makine, daha fazla kâr demekti. Kaldı ki makineler, kok kömürü ve suyla (yani buhar) çalışıyordu. Bunlar Birleşik Krallık’ta çoktu, dolayısıyla ucuzdu.

1687’de, Newton, Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri isimli başyapıtını yazdı. Bu eser Newton’a Sanayi Devrimi’ni başlatan kişi unvanını kazandırdı. Newton, çalışmasında doğanın yasaları olduğunu, bunların  formüle edilebileceğini ispatlıyordu. Her şeyin sebebi olduğunu ve neden-sonuç ilişkisini matematiksel olarak ortaya koyuyordu. Doğa kanunlarını izah ve formüle ediyordu. Newton’ın yapıtı bilimsel gelişmeleri tetikledi.

James Cook’un, 1770 yılında keşif ettiği Avusturalya’yı kısa sürede İngiliz sömürgesi hâline getirildi. Avusturalya İngiltere’ye uzak olduğundan kimse gitmek istemiyordu. Cezaevlerindeki (Avusturalya’ya gitme şartını kabul eden) mahkumlar affedilerek aileleriyle birlikte Avusturalya’ya sevk edildi.

1765 yılında James Watt, yeni tür buhar makinesi icat etti. Buhar makinesi biliniyor fakat çok fazla kömür tükettiğinden, sadece kömür madenlerinde kullanılabiliyordu. Yeni makine daha az kömürle çalışıyordu, dolayısıyla tüm sanayi dallarında kullanıldı. Ayrıca buhar makinesinin icadı sayesinde, üretimin, doğaya olan bağımlılığı ortadan kalktı. İngiltere’nin kömür açısından zengin olması, denizlerle çevrili olması (en uzak noktanın denize uzaklığı 120 km’dir), seyrüsefere uygun ve denizlere ulaşan nehirler bulunması üretim ve nakliye maliyetlerinin düşük olmasına yani, rekabetçi olunmasına imkân sağlıyordu. 

1776’da Adam Smith, Ulusların Zenginliği isimli eserini yayınladı. Kitapla birlikte, serbest rekabet, piyasa ekonomisi, arz-talep dengesi ve kâr maksimizasyonu gibi kavramlar önce İngiltere’nin, sonra insanlığın gündemine girdi. İngiltere, korumacılığa karşı mücadele başlatarak serbest ticareti destekledi. Amaç; yeryüzünün, sanayide öncü olan İngiltere’nin pazarı hâline gelmesiydi. Bu gelişmelerin neticesinde, İngiltere hızla sanayileşti. 1860 yılına gelindiğinde, adadaki demir üretimi, diğer ülkelerin tamamının toplam üretimden daha fazlaydı. Toplam pamuk ürünleri üretiminin yarısı, kömür kullanımının 2/3’ü İngiltere’deydi.

1814’te ilk buharlı tren İngiltere’de üretildi. 1851 yılında, tamamlanan demiryollarının uzunluğu 13.000 kilometreyi geçmiş, raylar köylere, kasabalara dahi ulaşmıştı. Nakliye maliyetleri inanılmaz derecede düştü, nakliye süreleri kısaldı.

İngiltere, gelişmeleri çok iyi takip ederek, lehlerine çevirmekte mahirdir. Süveyş Kanalı bunun en güzel örneğidir. Bir Fransız şirketinin, Mısır hidivini ve padişahı ikna ederek başlattığı kanal inşaatı, 1869’da tamamladı. Kanalı, ticareti ve Hindistan hâkimiyeti açısından riskli gören İngiltere, önce söz konusu şirketin hisselerini ele geçirdi, sonra Mısır’ı işgal etti. Böylece kanalın kontrolü İngiltere’ye geçti. Süveyş Kanalı kritik bir yatırımdı. Hint-Avrupa yolunu çok kısaltıyor dolayısıyla maliyetleri düşürüyordu.

1800’lü yıllar, Afrika’nın, Habeşistan ve Liberya dışında tamamen sömürgeleştirildiği bir zaman dilimi oldu. Kıtanın nerdeyse yarısı İngiliz sömürgesiydi. İngiltere 1877’den itibaren Brezilya’dan gizlice çıkardığı tohumlar vasıtasıyla Singapur ve Malay Yarımadası’nda kauçukla kahve üretmeye başladı. Böylece bu ürünlerde, Brezilya’nın tekel durumuna son verildi.

Birleşik Krallık, Hint deniz yolunu güvence altına almak ve Hindistan’a sefer yapan gemilerin ikmal üssü olarak kullanmak üzere Yemen’in en yoğun limanı durumundaki Aden’i işgal etti. Aynı amaçla, yani gemilerin ikmal üssü olarak kullanılabilmesi için Osmanlı toprağı statüsündeki Kuveyt, Katar, Bahreyn, BAE ve Umman gibi yerleri yöneten emirlerle anlaşmalar yaptı. Bu anlaşmaları Osmanlı Devleti’ne de kabul ettirdi. Buralar, Osmanlı’ya bağlı kalıyor ama Osmanlı, İngiltere’nin emirlerle özel ilişkiler kurmasına izin veriyordu. İngiltere, Osmanlı tebaası olan Arap ve Kürt emirleriyle ve aşiretleriyle kurduğu ilişkileri zamanla geliştirdi. Saygın ailelere mensup gençleri İngiltere’ye götürerek eğitim almalarını sağladı.

1911’de, Parlamento Yasası’nı kabul ederek, Avam Kamarası’nı Lortlar Kamarası’ndan üstün hâle getirdi. Böylece halkın temsilcileri, aristokratların önüne geçti. 1914 yılına gelindiğinde, İngiltere’nin yüzölçümü 36 milyon kilometreden genişti. Bu topraklarda yaşayan nüfus 450 milyondan fazlaydı. Yeryüzünün ¼’ü İngiliz egemenliği altındaydı.

"MAKALE PAZAR GÜNÜ KALEME ALINDI."