Devrimden önce Batı ülkeleriyle, Araplarla hatta Doğu blokuyla çok iyi ilişkileri olan İran, devrimden sonra yalnızlaştı. Kullandıkları dil ve takip ettikleri siyasetler göz önüne alındığında, bu çok normaldi. Zira İran herkes için bir tehdit haline gelmişti. Bu nedenle Saddam, fırsattan istifade, devrim henüz tazeyken ve ülke karışıkken İran’a saldırdı. Suriye dışındaki Arap alemi ve Batı ülkeleri Saddam’a tam destek verdi.
İlk yıllarında İran rejiminin önceliği savaş ve devrimi kökleştirmekti. Bu dönemde İran’ın propagandaları daha çok Humeyni’nin İslam devrimi temalı nutuklarıyla sınırlı kaldı. Buna rağmen Müslüman toplumlarda, başında İslam kelimesi geçen devrime ve devrimcilere büyük bir merak, ilgi hatta sempati vardı.
Tahran bu dönemde hareket alanını kısıtlayan bir stratejik hata yaptı. Afgan cihadında Şii olan Hazara Türklerini destekledi. Oysa yapması gereken, üzerlerinde etkili olduğu Hazara Türklerinin kurduğu mücahit teşkilatını diğer grupların oluşturduğu federasyona dahil ederek mücahit grupların hepsini desteklemekti. Tahran’ın Afganistan politikası, İran’a giden İslamcı aydınların tespitleri ve mollaların her fırsatta Şiilik propagandası yapmaları, oluşan ilgi ve sempatinin bitmesine yol açtı.
Savaş bittiğinde İran yapayalnızdı. Şiilik propagandası yaptığı ve Sünni mücahitleri dışladığı için İslam ülkelerinde kitleleri etkileme kabiliyetini kaybetmişti. Devrimci olduğu özellikle de İslam devrimi yapıldığı ve monarşiden cumhuriyete geçildiği için yani farklı sebeplerle İslam devletleri tarafından dışlanmıştı. Tahran, SSCB’nin yıkılmasını bu açıdan bir fırsat olarak gördü. Zira propaganda yapabileceği, yıllarca dinden uzak kalmış, inançlarını yaşayamamış yüz milyondan kalabalık Müslüman bir kitle ortaya çıkmıştı.
İran bu tespitten hareketle Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Sibirya ve yıkılmadan önce Sovyetlere yakın olan Arap ve Müslüman Afrika ülkelerinde Şiiliği esas alan yoğun bir propaganda faaliyeti başlattı. Yaklaşık on yıllık bir süreçten sonra Tahran bu propagandaların etkili olmadığı gibi İran’a soğuk bakılmasına yol açtığına yani İran’ın hareket alanını daralttığına kanaat getirdi.
Öyle ki İran, halkı Şii olan Azerbaycan’da, İran’la aynı lisanı konuşan Tacikistan’da ve halkların dindar olduğu Kafkasya’da bile en ufak bir ilerleme kaydedememişti. Tahran bu coğrafyalarda propaganda faaliyetlerine son vererek ticari ve kültürel ilişkileri geliştirmeyi hedefledi.
Hal buyken ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Arap baharı Tahran’a hiç hesap etmediği ve öngörmediği bir hareket alanı sağladı. İran’ın yeni hedefi, Irak’taki ve Arap ülkelerindeki Şii kitlelerle bütünleşerek önce yalnızlıktan kurtulmak sonra güçlenmekti. Orta Doğu’da İran’la paralel hareket eden Şii yapılanmalar oluşturulacaktı. Yirmi yıllık bir süreçten sonra Tahran, adına Şii Hilali denilen bir savunma hattı oluşturmayı başardı.
Irak’ta halkın %60 kadarı Şii. Hem halk hem de devlet nezdinde İran çok güçlü. Ayrıca 200 000 civarında silahlı milisi olan Haşdi Şabi ve 70 000 peşmergesi olan Talabani İran’ın kontrolünde. Yemen üç parçaya bölündü. Kızıldeniz’in girişini kontrol eden en geniş parça İran’a yakın olan Husilerin elinde. Lübnan’daki en güçlü askeri yapılanma olan Hizbullah’ta Tahran’a bağlı. Lübnan’daki Emel hareketi de İran’a yakın. Suriye rejimi her zaman İran’a yakındı. Fakat iç savaş başladıktan sonra çoğu silahlı yüzbinlerce Şii Suriye’ye yerleştirildi. Hilalin son ve tek Sünni mensubu, Arap devletleri tarafından dışlanan HAMAS oldu.
Bu süreçte, İran’ın başta ABD olmak üzere Batılı devletlerle imzaladığı nükleer silahların sınırlandırılmasıyla ilgili anlaşma, çok kritikti. Zira bu anlaşmadan sonra İran’ın petrol gelirleri üç kattan fazla arttı. Tahran stratejik bir karar vererek petrol gelirlerini Şii hilalini güçlendirmeye harcadı. Böylede yurtdışında güçlenen rejim, İran’da artık kronik hale gelen ve giderek derinleşen fukaralık nedeniyle zayıfladı.
İran’ın ilk mevzi kaybı Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesi oldu. Yeniden ambargo uygulanan İran’ın gelirleri hızla azaldı. Bunun sonucu, fakirleştikleri ve hürriyetleri kısıtlandığı için rejimden kopan kitlelerin kalabalıklaşması ve bilenmesi oldu. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi İran’ı sahada zayıflattı.
Aslında İran’ı yönetenler, Arap Baharından çok avantajlı çıktıklarının ve bölgede güçlendiklerinin ama aynı zamanda rejimin ülke içinde hızla zayıfladığının farkındaydılar. Son dönemde amaçları, kazanımlarını korumak ve rejimin varlığını sağlamlaştırmaktı. Bu nedenle Suudi Arabistan’la normalleşmeyi hedefleyen anlaşma imzalayarak yeniden diplomatik ilişki kurdular. Amerika’ya ve Avrupa’ya sürekli ılımlı mesajlar veriyorlar. Nükleer anlaşmayı imzalamak için çok gayret gösterdiler. Pezeşkiyan’ın başkan seçilmesi bile Batıyla normalleşmeyi hedefliyordu. Ama HAMAS’ın 7 Ekim saldırıları her şeyi değiştirdi.
İsrail önce HAMAS’ı bitirdi. Artık Gazze diye bir yer yok. HAMAS aynı Müslüman Kardeşler gibi 3. Ülkelerde varlığını sürdürmeye çalışan bir örgüt olacak. Eylem gücü çok zayıflayacak. Hizbullah belki HAMAS noktasına gelmeyecek ama eski kuvvetinden eser kalmayacak. Suriye’deki Şii yapılanmalarda sürekli bombalanıyor.
Tahran, sahip çıkmadığı için müttefikleri tarafından eleştiriliyor. Tahran bu örgütlere sahip çıksa ateşin İran’a yayılacağının farkında. Yani bin bir emekle ve yüz milyarlarca dolar harcayarak oluşturulan Şİİ Hilali giderek İran’ın zaafı haline geldi. İran, Irak’ta 2021 seçimlerinde büyük bir yenilgi aldı. Irak hükümetinin silahlı unsurların orduya katılmasına ve orduya katılmak istemeyenlerin silah bırakmasına karar vermesi, İran’a vurulan bir diğer darbe oldu.
Bugün itibariyle İran’la ilgili üç farklı görüş çarpışıyor. Natanyahu ‘’Başladığımız işi bitirelim. İran’da bu rejim olduğu müddetçe bize rahat yok. Yoğun hava saldırıları yapalım. Rejime karşı unsurları ve etnik grupları ayaklandıralım ve rejimi devirelim’’ fikrinde. Trump, askeri operasyona kesinlikle karşı. Ambargoyu ağırlaştıralım, İran’ı daha da fakirleştirelim. Halk isyan edip rejimi devirir. Rejim devrilmese bile zayıflar ve yurtdışındaki etkisini kaybeder’’ diye düşünüyor. Avrupalılar ise İran’la anlaşmayı yenilemekten yanalar. Ama bu görüşlerini kabul ettirmeleri imkansız. Zira ne İsrail ne ABD ne de Araplar, İran’ın Şii Hilalini canlandırmasını sağlayacak finansal güce ulaşmasını istemezler.
Hangi görüş galip gelirse gelsin İran’da rejimin daha da zayıflayacağı ve halkın fakirleşeceği muhakkak. Uygulanacak yönteme göre kısa ya da orta vadede rejimin yıkılması mukadder. Böyle bir durumda İran bütünlüğünü koruyabilir mi? Yoksa bölünür mü? İran Türkleri ne yaparlar? Unutmamalıyız ki İran’da Türkler homojen değiller. Bazı bölgelerde yoğunlaşmakla birlikte İran’ın her yerinde Türk var. Ülkücüler, Türkiye ve Türk dünyası İran krizine hazır olmalı.