İdeoloji, dönüp dolaşıp takıldığım bir konudur, hayatımdan atamıyorum; kimse de kolay kolay atamaz. Dünya misafirliğimiz sürdüğü müddetçe ideoloji her yerdedir çünkü azizim. İletişimde, siyasette ve (özel alanım) sinemada aradığım (daha doğrusu aramasam da var olan) mesele o’dur: ideoloji. Bu vazgeçilmez karanlık madde yahut şirödinger kâbusuna ara ara değinmeye çalışıyordum, madem devam edeyim.
Müsaade buyurunuz, evvel aklımda olanı, yani “The Pervert’s Guide to Ideology” belgeselini tavsiye edeyim. Bu belgesel, Zizek-severlerin malumudur. Seyredenler hatırlar; Zizek, hikâyesine “They Live” filmini bahse alarak sapkın rehberini başlatır. Bu solak film, korku türünün üstadı John Carpenter tarafından hem senaryo edilmiş hem yönetilmiş. 1988 yapımı kurgu-bilim filmden Zizek’in bahsetmesinin elbet bir sebebi var, değineceğim. Roddy Piper, Keith David ve 1970 ila 1980’lerin mavi gözlü, etkileyici Amerikan karakteristiği Meg Foster başrolleri paylaşmış. Yönetmen Carpenter, kimi sahnelerde figüranları, gerçek evsizlerden seçmiş. Onlara yevmiye çeklerinin yanı sıra yiyecek de vermiş ki helal olsun. Kapitalizmin mabedi ABD’den “solcu” çıkmaz demeyin, solcu her yerden çıkar, eyvallah! Solcusunun da dincisinin de Ülkücüsünün de seyreği harbi oluyor, kâniyim Ülkücü hareketten. Devam edersek, tür arası (kurgu-bilim, gerilim, fantastik) hoşlananlar namına seyirlik bir filmdir; zannımca itiraz gelmez. Sinematografik künye böyle ama zurnada peşrev havası değil, sapasağlam sistem eleştirisi yapmış Carpenter. Bu Amerikalı yönetmen, sermayeciliğin gözüne gözüne vurmuş!
“John Nada” adlı avare, evsiz bir karakter etrafında geçen tematik film örgüsü; yığınları, yani kalabalıkları yönetenleri, onların sureti haktan görünen yüzleri ile ideolojik gizlerini faş ediyor. Kitle iletişim araçlarının bilinçaltı “subliminal” etkisiyle nasıl para harcamaya, üremeye, tüketmeye ve mevcudu kabul etmeye yönlendirdiğimizi “dımdızlak” anlatan okkalı bir filmdir “They Live”; en azından bence... Alegorik ifade şu ki doğrudan ABD sermayedarının yerini işgalci uzaylılar almış.
Aklınıza gelip, sorabilirsiniz: “iyi de bu uzaylılar neden dünyayı ele geçirdiklerinde âdemoğlunu yok etmiyorlar?”. Mâdem cevap verelim: Yok etmek için uğraşmak yerine daha fazla hizmetli yaratarak, boyunduruk kurmayı tercih ediyorlar. Nasıl? Hani, kapitalizm için ölü işçi, tüketici mi iyidir; yoksa sömürülecek işçi, tüketici mi? Bu sorular da filmi seyrederken benim aklıma gelmişti.
Zizek bildiriyor; Roddy Piper’ın karakteri “Nada”, İspanyolca “hiç” demekmiş. Bizim Neyzen Tevfik’in de Arapça “hiç” yazan bir askılığı vardı boynunda, o aklıma geliyor. Tasavvufta “hiçlik” derin anlamlara haznedir. Benlik, kibir gibi kem hisli mizaçlardan arınmak, hiçlik ve yokluk durumuna vasıl olmak; “sahibiyim” sandığınız her şeyi vermekle olurmuş. Çulsuz Neyzen’e ne yaraşır; fakat her babayiğidin harcı değil şu hiçlik. Siz eğer filmi seyrederseniz Nada ile “hiç” arasında nasıl bir ünsiyet kurarsınız bilmiyorum. Bence Nada, her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu savunan Nihilist bir gönderme olabilir. Haddizatında filmde hiçbir şey göründüğü gibi değildir; gelin az açalım meseleyi.
Nada, kendine sığınacak yer ararken bir gün metruk bir kiliseye girer. Orada kutu içinde gözlükler bulur; siyah güneş gözlükleri… Ve birini alır, bizim evsiz, avare inşaat işçimiz. Los Angeles kaldırımlarında seğirtirken başına gözlüğü geçirmesiyle olanlar olur. O da ne? Hiçbir şey çıplak gözle göründüğü gibi değildir; insanlar, reklam tabelaları, o çil çil Amerikan dolarları… Şimdi üstat Zizek’i devreye alalım tam burada; o, şu yorumu getiriyor: “bu güneş gözlükleri, ideolojinin saklanan yüzünü gösteren bir işleve sahiptir”. Nada, reklam tabelasına çıplak gözle baktığında başka, gözlüğü taktığında durum başkadır. Tüm reklam tabelaları bizleri itaate çağırır meğer.
Gözlüğün hikmeti, ideolojik propagandanın asli mesajını görmemizi sağlamasıdır. Egemen ideoloji yahut diğerleri, pekâlâ telkin ettikleri pek çok şeyi aşure halde şerbetli sunar; dolayısıyla basit bir atıştırmalık değildir; susatır ve “coco-cola” gibi suyun yerini alır, içer de içeriz anam babam!
İdeolojik talepler günlük/yaşamsal pratiğin içine giydirilmiş ve çoktan kabul edilmiştir. Farkında olmadığımız şu ki kültürümüzün içinde plankton veya myxinidae gibi yaşamaktadırlar. O halde mefhumu muhalifinden anlarsanız, hayatın hücrelerine dek nüfuz etmek istemeyen yahut edemeyen dünya görüşleri, ideoloji olamaz. Yine Zizek’e kulak vereyim: “bizler ideolojinin kurguladığı, bizden istenenin yapıldığı bir toplum içinde yaşıyoruz”. Evet, bir çeşit sefa pezevenkliğine bürünen bu akıllı adam haklı! Dahası var, ona (ideolojiye) doğuyoruz; Tanrı, en büyük ideoloji. Bu kurgunun içinde yaşamaktayız; itiraz getirmeden ve hatta çoğumuz inanarak… Okullar, ibadethaneler, işlekler, güdülenmiş kalabalıklar; kanun, mahkeme, mahpushaneler niçin? Hatta tımarhaneler bile niçin?.. İtiraz mı edeceksiniz, fena; hayatı pişman ederler! İşte tüm bunlar “itiraz etme” diye kurgulanan ideolojik aygıtlara dönüşmüştür. Şu erdemler yönetimi demokrasi bile ideoloji tarafından bir güzel iğfal edilebilir, edilir. Mesela Ak Parti’ye kimi entelijansiyanın kızma sebebini hatırlayın kıymetli okur. Demokrasi, trene bindik, istasyonda indik ve berisi… Ezilen Müslümanlar, ahır yapılan camiler ve başörtülü bacılar… Demokrasinin özgürlük ayarı ve kültürel nüvesini hazmetmek çetrefil iş olduğundan ideoloji, arayıp, isteyip bulamadığı şeyi ayaklarının dibinde görür. İdeoloji, demokrasiyi bel altı vuruşlarla abandone eder!
Zizek diyor ya “çöplükten besleniyorum”… Evet, ideoloji çöplükten beslenir; biz de ideoloji çöplüğünden… Beşeri atılmış, bırakılmış, kokmuş ne varsa alır, kendine öğütür… Çöpe atanlar (tıpkı bizim handikaplı Atatürkçüler ve liboşlar gibi) çöplüğün farkında değilse olanlar olur. Birileri gelir ve artık ambalaja atılmış bizleri öğütmeye başlar.
Marx’ın dediğine hilaf bir durumla baş başayız bizim filmde. İdeoloji neydi Marx için; gerçekliği bulanıklaştıran gözlük. Hayır, tamam da… Ya çıplak gözle bakmak hep ve süreksiz bir yanılsama durumu ise… Yani ideolojiler optik ve bilişsel illüzyonları erbabınca beceriyorsa n’apacağız? İdeolojik hâl aşırı etki; parlaklık, renk, boyut, konum, eğim, hareket gibidir. Gölgede cüceyi dev yapar! Aşırı parlayan/pozlanan ideoloji, sizi kör eder; gerçeği çıplak halde göremezsiniz. O sebep Nada’nın gözlüğü, ideolojinin suçüstü yakalanması adına bir araçtır. Konum, boyut ve hareketleri esastan farklı yansıtan ideolojiyi ancak bir gözlükle fark edebiliriz. İyi de şayet sen ve ben, filmdeki diğer karakter (Keith David) Frank gibi bilmediğimiz o gözlüğü takmak istemiyorsak… Hayır, hayır; esasa gelelim; böyle bir gözlük var mıdır? Nada’nın gözlüğünü nesneleştiren töz ancak özgürlük olabilir. İnsanın fikri ve ruhi serbestliği; doğasına dönüşü ve korkmaması… Düşünmeden olamaz! İşte ideoloji bizden ilk şunu ister: beni sorgulayarak düşünme, sadece itaat et!