Sistemin bozulmasının bir başka nedeni, ganimet gelirlerinin azalmasıydı. Osmanlı 1600’lerde doğal sınırlarına ulaştı. Doğal sınırlardan kastımız şu; Yeni fethettiği yerleri, mevcut sistemle elinde tutması zordu. Mesela ordu İran seferine çıkıyor, Tebriz’i, Kazvin’i, Hamedan’ı alıyor. Sefer bitip Osmanlı ordusu geri çekilince, yakın mesafede olan Safevi ordusu gelip, kaybedilen şehirleri geri alıyordu. Sefer amacına ulaşmıyordu. Aynı şey batıda da oluyordu. Fethedilen yeni kaleler İstanbul’a iki bin km mesafedeyken Viyana’ya 150-200 km mesafedeydi. Osmanlı ordusu geri dönünce, Almanlar kaybettikleri kaleleri geri alıyorlardı. Ayrıca Osmanlı öyle bir yüzölçümüne ulaşmıştı ki, ordu mayıs başında İstanbul’dan sefere çıktığında, ağustos ayının sonunda sınıra ulaşabiliyordu. Ekimde kış başlayacağından, harp etmek için kalan süre sınırlıydı. Bunu bilen Almanlar ve İranlılar, Osmanlı ordusunun karşısına çıkmıyor, savaşmıyordu.
Makbul İbrahim Paşa, bu sorunu çözmek niyetiyle, Kanuni’ye ‘’İran’da, Tebriz merkezli uydu devlet kuralım, uydu devletin sultanının kendi ordusu olsun. Biz çekilince Sultan, Tebriz’de kalarak topraklarını savunsun.’’ teklifini getirdi. Padişah, Paşaya ‘’Sultan sen olur musun?’’ diye sorunca ‘’Benim yerim sizin yanınız.’’ diye cevap verdi. İbrahim Paşa’nın teklifi benimsenseydi, sorun çözülebilirdi. Aslında teklif edilen model, Kırım’da uygulanıyordu. Fakat Kırım Hanlığına uzun menzilli ve güçlü toplara sahip olmayı, üretmeyi ve kullanmayı yasaklayan Osmanlı yönetiminin bu öneriyi kabul etmesi mümkün değildi. Ganimet gelirlerinin azalması, sefere çıkılan yerlerin uzak olması ve seferlerin sonuçsuz kalması, hazineyi boşalttı. Asker ganimetten pay aldığından, sonuçsuz seferler askerde de memnuniyetsizlik doğurdu. 1600’lerden sonra askerlerin sık sık isyan etmesinin başlıca nedeni gelirlerinden memnun olmamalarıdır.
Coğrafi keşifler sonrasında, Avrupa’ya tonlarca altın ve gümüş gelince, altın ve gümüşün değeri düştü yani emtia pahalandı. Osmanlı yönetimi, tağşiş yaparak parasının değerini düşürmek mecburiyetinde kaldı. Bu uygulama halkın gelirinin ve hayat seviyesinin düşmesine yol açtı. Kurulan mükemmel sistem 1600’lerin ikinci yarısına kadar neredeyse sorunsuz işledi. Osmanlı süper güçtü. Kendinden sonraki güçlerin hepsi birleştiğinde dahi onlarla başa çıkabilecek kuvvette ordusu ve donanması vardı. Coğrafi keşifler olmasa ve Avrupa’ya sonsuz kaynak akmasaydı, düzen devam edebilirdi. Ama keşifler oldu ve keşiflerin sonucunda sanayi devrimi meydana geldi. Maalesef Osmanlılar, sistemlerini dönüştüremedi. Kısaca Türkler, önceki devirlerde gösterdikleri, şartlara uyum sağlama kabiliyetini gösteremedi.
Kanuni devrinde, vahim sonuçları olacak hatalar yapıldı. Kanuni’ye kadar, Kızılelma Romaydı. Fatih, Venedik’le on altı yıl savaşarak, Ege adalarını ele geçirdi. Sonra Otranto’ ya çıkarma yaptı. Amaç güneyden kuzeye doğru hareket ederek Roma’yı almaktı. İtalya parça parçaydı, onlarca şehir devleti vardı. Bunların en güçlüsü olan Venedik, uzun süre Osmanlıyla savaştığı için zayıflamıştı. Ayrıca Venedik ile Papalık arasında ihtilaflı konular vardı. Fatih, son seferinin (Seferin nereye olduğu belli değildi, birçok tarihçi Roma’ya olduğunu düşünüyor.) başlangıcında vefat edince, İtalya seferi gerçekleşmedi. Fatihten sonra, Cem Sultan, Papa’ya esir düşünce, Osmanlının eli kolu bağlandı. Otranto dahi kaybedildi.
Kanuni Belgrad’ı ve Rodos’u aldı. Doğu Avrupa’nın en güçlü krallığı olan Macaristan’ı ezerek, Roma’nın fethinin alt yapısını hazırladı. Fakat Avrupa’nın, Roma Germen imparatorluğu altında bütünleşmesi, İmparator Şarlken’in Osmanlıya meydan okuması ve Macaristan’la ilgili çekişmeler Osmanlının Roma yerine Viyana’ya yönelmesine yol açtı. İtalya hala parça parçaydı, ilaveten coğrafi keşifler ve Protestanlığın kuvvetlenmesi gibi faktörler yüzünden hızla fakirleşiyordu. Güneyi İspanya’nın, kuzey batısı Fransa’nın işgali altındaydı.
Osmanlı, Roma’yı hem kuzeyden hem de güneyden hareket ederek rahatlıkla alabilirdi. Almanlar, buna engel olmaya çalışırsa, harp Almanya’da değil, İtalya’da olurdu ki buda Osmanlının lehineydi. Kanuni bu durumu göremedi, alsa bile elinde tutması müşkül olan Viyana’ya yöneldi. (Diyelim ki Viyana alındı, Alman imparatorluğu ortadan kalkmıyor ki. Osmanlı ordusu geri çekilince gelip, geri alacaklar. Fakat Roma’yı geri alabilecek bir düşman yoktu. Ayrıca Roma, İstanbul’a, Viyana’dan yakındı, denizden de ulaşmak mümkündü.) Kanuni’nin kuşatıp alamaması onu geçmek isteyen Osmanlı serdarlarının hedeflerinin Viyana olmasına yol açtı. Koca imparatorluğun enerjisi ve kaynakları, sonuçsuz kalmaya mahkum olan seferlerde tüketildi.
Şunu da ifade edelim ki, Roma veya Viyana alınmış olsaydı yahut Süveyş Kanalı veya Don Volga projesi gerçekleşseydi, Osmanlının süper güç olma süresi uzardı. Sonuç değişmezdi. Avrupa’ya Amerika’dan sonsuz kaynak akıyordu, Osmanlının böyle bir kaynağı yoktu. Akan kaynakların tetiklemesiyle, bilimsel gelişmelerin batıda ortaya çıkması ve Osmanlının bilimsel gelişmelere süratle ayak uyduramaması doğaldı.
Bazı stratejistler, Osmanlı’yı, Amerika kıtasına gitmediğinden ötürü eleştirirler. Bu fiziksel olarak mümkün değildir. Osmanlı Doğu Akdeniz’deydi. Atlantik’te kıyısı yoktu. Venedik ile Ceneviz bile, deniz ticareti üzerine kurulu organizasyonlar olmalarına rağmen, böyle bir hedefe yönelmediler. Ayrıca Cebeli Tarık, Alman İmparatoruna bağlı olan İspanya’nın kontrolündeydi. Niçin Osmanlı gemilerinin oradan geçmesine izin versinler?
Diyelim ki Amerika’ya gidildi, ne değişecekti? Osmanlı, batılılar gibi Kızılderili katliamı yapar mıydı? Gittiği yerlerde vergileri düşüren, angaryayı kaldıran ve serfliği iptal eden Osmanlı, Kızılderilileri köleleştirir miydi? Afrika’da siyahileri esir edip, Amerika’ya getirerek nesiller boyu köle olarak çalıştırabilir miydi? Osmanlının, Afrika’da geniş toprakları vardı. Batılıların yaptığı gibi, köle ticareti organize edebilecek gücüde vardı ama bunu düşünmediler, düşünemezlerdi.
Türkler Hindistan’ı aldılar. Hintlileri, köleleştirip, satalım, para kazanalım diye düşünmediler. Hintlileri, Orta Asya’ya götürelim, toprakları ektirelim, gibi fikirler akıllarına dahi gelmedi. Fethettikleri yerlerde adil, eşitlikçi ve hoşgörülü esaslı düzenler kurdular. Oradaki halklarla kaynaştılar. İslam’ı yaşayarak sevdirmeye çalıştılar. Hem Türk töresi hem de İslam bunu gerektirirdi.
Daha önce özellikle silah teknolojisi konusunda öncü olan ve değişikliklere hızla uyum sağlayan Türkler, coğrafi keşiflerin sonucunda ortaya çıkan sömürü düzenine intibak edemediler. Bilimsel gelişme zaten durmuştu. Neticede kendini yenileyemeyen her organizasyon gibi Osmanlı’da sahneden çekildi.