Bugün saat 17.00 suları kütüphaneden çıktım. Eve gitmek için belediye otobüsüne bindim. Doğrudan eve giden hat olmamasından sebep “aktarma yaparım, hava da çok sıcak; yarım saatlik yol gözümde büyüyor” diye içimden geçirdim; ama otobüs kıyamet dolmuşu gibi, dayanılır iş değil, tıklım tıklım… Ki 10 dakikalık yolculuk ardı, kavşaktaki durakta attım kendimi dışarı; yürümek in iyisi. Eve doğru yol istikametinde 2-3 dakika yürürken 40-50 metrede gözüme bir manzara çarptı. Yaklaştım 8-10 metre ve durum ayan oldu. Tabiri caizse mahcubiyet, kızgınlık ve sövgü ile elim telefona gitti…
Vaziyeti eminlikle görünce duraksadım; yine an içre birden Özgür Bolu Tv’de “çöpten ekmek toplayan yaşlı kadın” “https://www.youtube.com/watch?v=xjUZhOBEaKY” haberi aklıma geldi, unutmamışım. Dedim “acaba aynı manzara mı?”. Evet kat’i idi, bilaistisna aynı…
Çöp taşımalığın (yani konteynerin) yanına dek sokulmuş haldeydim; fakat yaşlıca kadın yüzünü kaldırıp bana bakmıyordu bile; oysa aramız iki metre. Bu yaşlıca kadın kafasını eğmiş ve yaşmağını alnından aşağıya kadar öyle örtmüştü ki ancak esmer yanakları, bir şeyler yemeye çalışan ağzının hareketleri ve çenesi görülüyor. Bir de etrafında bulunan birkaç yiyecek. Beni hissetmemiş olamazdı ve imanıma hava o radde sıcaktı ki asfalt adeta yanıyor. Lakin başını çevirip bakmadı bile… Utandı mı, daldı mı, korktu mu, tükendi mi?!. Önünde bir poşetin içinde ekmek parçaları, yola oturmuş…
“İhtimal” dedim; 100 metre kadar geride belediye fırını, ekmekleri oradan mı getirip attılar yahut domatesleri ve ekmekleri tüketemeyerek artık yapan Pazar günü piknikçileri yoldan mı salladılar konteynere… Hangisi ihtimal; bilmiyorum! Kıpırdamıyor yaşlıca kadın, başını kaldırıp ne sağa ne sola bakıyor! Elinde ekmek, iki büklüm ufalmış da ufalmış bedeni. Nasıl ve neden denk geldi bana, bilmiyorum.
Ama o anda şunu biliyorum kardeşim: Vallahi zoruma gitti, billahi gücüme gitti!
Ben kaldıramıyorum ülkem insanını böyle görmeyi; gücüm yetmiyor ve fena zoruma gidiyor. Sonra aklım med cezire başlıyor. Hani mesela Ülkücü Hareket’in Başbuğu bir cümle koymuş 9 Işık’a: “Türkiye aç hürler, tok esirler ülkesi olamaz!”. Evet, Alparslan Türkeş’in cümlesi... Yine Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir şiirinden mısralar aklıma geliyor, bilirsiniz hani; “Bu ne çıldırtan denge. Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar, bahçe”.
Bitmiyor med cezir. Müslüman bir ülkede “hak nedir, hukuk nedir” diye soruyorum. O kadar tezat ki ahvâl. İsmet Özel’i ve “Bir Yusuf Masalı”nda ok gibi vuran şu cümlesi peyda oluyor: “bu ülkede hak yemek, sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi”. Reklamcı kardeşim Mustafa Hızarcıgil’in dükkânında oturduğumu hatırlıyorum Özel’in cümlesi ile… Aynısı başıma geldi ya sağ, sol elin. Şöyle: bir esnaf, bayramda şeker dağıtıyormuş, girdi Mustafa’nın dükkâna, biz de sehven sol elimizle hamle ettik; adam heyecanla “sağ elinle al, sağ.. nöğrüyon gardaşım, sünnettir sağ el” dedi ya… Doğru İsmet Özel, el-hak doğru...
Sağ el sol el! Unutmayın, sağ el sünnet. Korkmuş, ürkmüş ve çehresiz halde çöp taşımalığının yanında, asfalta künk gibi düşmüş bu kadın, artıkları hangi eliyle yiyordu? Mustafa’nın mekana gelen esnafın umurunda! Pekiyi çöplükte yemesi kimin umurunda?
Örtmüş kendini baştan ayağı, örtmüş yaşlıca kadın. Görülmemek istercesine örtmüş!
Anlaşılıyor, bu dünyada mazlumun ahını duyacak kimse yok! Arabesk de zaten çoktan öldü. Memlekette olan bitenlerden muktedirlerin haberi yok mu ki?!. Başlarını ağrıtmayalım şimdi Bekçi Murtazalık yapıp, öyle ayıp…
Manzarayı söylüyorum size ağabeyler, ablalar:
Birbirini saramayan, derdine koşamayan; ama lafın gırla olduğu bir memlekete bakıyoruz hep beraber. Bu “cin karası” hikâyeyi biz var ediyoruz. Etimizle kemiğimizle biz! Bu çöplükleri biz ifraz ediyoruz.
Ülkemde insanların kaderi ne kadar cılız ve ne kadar eğreti... Bu kadar iman, amel, hayır ve hasenat nerede? Bu kayboluş ve kopuşun trajik umursamazlığını bir tokat gibi yüzümüze çarpacak kimseler de yok? Evliya yatıyor, şeyh kalkıyor; Mercedes marka arabalar malikânelerde sıraya diziliyor. Pekiyi bu yaşlıca kadın nerede, kim görür onu ve onun gibileri? Ya da yaşlıca kadın gibiler yok, bir hayal mahsulü mü? Şükretsin yaşlıca kadın, çöplükte ekmek var ya!
Manzarayı anlatmaya devam ediyorum kıymetli okur;
Bir ülkede hak hukuk ne kadar yeniyor ve kul hakkı ne kadar “iç” ediliyorsa çöplüğün hacmi de o’dur. İmdi; “bu kadının hakkı nerededir, söyleyin hele!” desek kim ipler! Fırat’ın kenarında kaybolmuş koyunu bulun demiyoruz ey “beytü’l-mal”ın sahipleri! Bu yaşlıcanın hakkını kim “iç” etti, onu soruyoruz. Oy alan, oy veren herkese soruyoruz ve kanuna da saygılıyız.
Bir ülke ne güzeldir ki sizin alın terinizden harcanan 1 liranın bile hesabının sorulduğu ve o hesabı verenlerin olduğu yer olsun. Bir ülke ki oranın vatandaşı olmakla iftihar olunsun.
Yoksulluk, hayat pahalılığı arttıkça güzel günleri görmek imkânsızlaşıyor; çünkü bencillik ve ahlaksızlık da topu arşa dikiyor. Farkında mıyız bilmem; ama ifade edeyim: yoksulluk ve toplumsal çözülmenin (rantın, stokçuluğun, vurgunun, kar hırsının) arttığı ülkelerde en fazla zarar görenler kadınlar ve çocuklardır.
O çöplükte aç karnını doyurmaya çalışan yaşlıca eğer ki israfın, hesapsızlığın, kitapsızlığın, politik eyyamcılığın ve ahlak seciyemizin sonucu değil ise “eh” diyelim gitsin. Bir şey diyeyim mi? Çöplükteki o kadın, bu çöplüğü yaratanlardan çok daha temiz; onu da bilin!