Bir İmam Hatip öğrencisinin, Atatürk’ün resmiyle yaptığı çirkin hareketi görmüşsünüzdür.
O öğrenciden önce, onu o noktaya getiren, öyle bir bilinç oluşmasına neden olanların sorgulanması gerekir.
Tarihi, bir kavga ve hesaplaşma alanı haline getirirseniz, işte böyle genç dimağları zehirler, kendi tarihine, kendi insanına düşman hale getirirsiniz.
Sorsanız bu çocuğun Atatürk’le ilgili hiçbir bilgisi olmadığını görürsünüz.
Bütün söyleyeceği Atatürk Osmanlı’yı yıktı, tarikatları kapattı veya laik kanunları getirdi gibi basma kalıp laflardır.
Bir defa Osmanlı’yı Mustafa Kemal ve arkadaşları yıkmadı, tam aksine yıkılan bir enkazdan bir devlet çıkardılar. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden, Mondros’u, Sevr’i imzalayan Osmanlı zaten hayatiyetine son noktayı koymuştu. Osmanlı’yı savaşa sokan ise Mustafa Kemal değildi.
Bugün Atatürk karşıtlığını en çok harlayanlar, –tarikatların kapatılmasını- bahane eden, bu yapılarla ilişkili çevrelerdir.
O dönemde tarikatların, cemaatlerin ne hale geldiğini, nasıl çürüdüğünü sorgulamak yerine –onları İslam’ın yegane temsilcisi- gibi görmek çok doğru bir davranış değil. Abdülhakim Arvasi gibi Nakşi silsilesinde öncü bir zat, o dönem tarikatlardaki çürümeyi işaret ederek kendi kendilerini kapattıklarını söyleyecektir.
Gerçek velinin misyonu, yaptığı iç yolculukta edindiği tecrübeyi, aynı yolda yürümek isteyenlere aktarmak, onlara rehberlik etmektir. Bugün kaç tarikat veya şeyh efendi bu misyonu yerine getirebiliyor? Zikir veya vird telkin edip İslam’ın özü ve amacı olan ahlak telkin etmemek o yola çıkan kimselere çok şey kazandırmaz. Hem kul hakkı yiyip, hem zikir çekmek İslam’la telif edilebilir mi?
Elbette kenarda- köşede kalmış, şöhretten kaçınan ehlullah dediğimiz üstün veliler vardır. Onların bugün şovmenlik ve gösterişe dönüşen tarikatçılık veya cemaatçilikle ilgisi yoktur. Onlar, iç dünyalarına siyaseti sokmayı Haktan kopma ve savrulma olarak görürler. Günümüz cemaatlerinin çoğu, mensuplarına, ideolojik ezberlerine aykırı düşenlere düşmanlığı öğretiyor. Din ve ahlak aşılamak yerine kin aşılıyor. Manevileşme yerine dünyevileşmeyi öne çıkarıyor. Onun için de yeni Yunus’lar, Hacı Bayram’lar, Ahmet Yeseviler yetişmiyor. Onun yerine kasetleri elden ele dolaşan, gencecik kızları haremine almak isteyen bedbahtlar yetişiyor. Bugün bile bir kısım tarikat ve cemaatler, alanlarına girmeyen konularda topluma zarar verecek, kamu düzenini sarsacak ilişkilere girdiklerinden meşruiyetlerini bizzat kendileri tartışır hale getiriyorlar. Bu ülkenin tarikat/cemaat kisvesi altında siyasetçilere ihtiyacı yok, bu ülkenin ahlak adamlarına ihtiyacı var, yaratılanı Yaratandan ötürü sevenlere ihtiyacı var. İslam’ı kazanç vasıtası haline getirmeyen gerçek müminlere ihtiyacı var. Keşke tarikatlar dikkatlerini, siyasete çevirmek yerine toplumda denge unsuru olacak ahlak ve maneviyat adamları yetiştirmeye verselerdi. Bu hem kendileri için hem de ülke için daha hayırlı olurdu.
Laik yasalara gelince, evet Batı’dan yasalar iktibas edilmiştir. Lakin sekülerleşmeyi, Şer’i yasalar dışında beşeri yasalara yönelmeyi başlatan Atatürk değil Osmanlı’dır. Tanzimat’la başlayan süreç Cumhuriyetle final yapmıştır. Kaldı ki, din her alanda söz söylemez. Birçok konuda sözü toplumlara ve çağın gerekliliklerine bırakır. Üstelik Şeriat diyenlerin çoğu Şeriattan da habersizdir. Şankıti ve Cabiri gibi çağdaş düşünürlere göre, eğer bir İslami devletten bahsedilecekse, bunun yüzde doksanı demokratik yönetimdir. Fakat dini cehalet, el kesmeyi dinin tamamı gibi görmektedir. Şayet böyle bir uygulama olsaydı, herhalde bundan en büyük zararı, bugün devleti yağmalayan siyasal İslamcılar görürdü. Atatürk’e karşı bu nobranlığa karşılık, M.İkbal gibi cins bir kafa, Türk devrimini göklere çıkarmış, bunu İslamların önünü açan bir teşebbüs olarak görmüştü. Bunlar arasında, Müslüman Türk’ün ruhuna mütenasip olmayanlar varsa, bunu zaten zaman ve şartlar tedrici olarak tasfiye eder.
Hülasa hayatı cephelerde geçmiş, yoklukları bir araya getirerek bize bir vatan bırakmış, esamesi okunmayan ve bi idrak denilen Türkü kendi ülkesinin baş aktörü haline getirmiş tarihi bir şahsiyete ancak saygı duyulur. Eleştirebilir ama aşağılayamazsınız. Eleştirmek için de o günün şartlarını, imkansızlıklarını iyi bilmek gerekir. Bir şahsiyeti şeytanlaştırmak ne kadar yanlışsa putlaştırmak da o kadar yanlıştır. İkisi de tarihi ve onun faillerini anlayamamaktır. Kaldı ki İslam saygı dinidir, edepsizliğin dini yoktur.