Partiler kuruluş aşamasında, büyük iddialarla ortaya çıkarlar. Ahlak ve adalet savunusu yaparlar. Fakirin, fukaranın yanında olacaklarını, kul hakkı yemeyeceklerini belirtirler. Garip/gureba lafı dillerinden düşmez. Yalancı bir cennet vaat ederler. Hayat pahalılığından, geçim sıkıntısından bunalmış kitleleri böyle kandırırlar. Onların rüyalarını, hayallerini iktidarlarına basamak yaparlar. En büyük iddiaları siyasi ahlaktır.
İş başına geldikten kısa bir süre sonra her şey değişir. Gerekli imaj oluşturulduktan sonra, yavaş yavaş verdikleri sözleri unuturlar. İmajın yerleşmesi, tutulmayan sözlerin üzerini örter. Çünkü bir "kesin inançlılar" kitlesi yaratılmıştır. Artık parti ve lider ne yaparsa yapsın haklıdır. Her söz ve siyasetini savunacak, zihnini hakikate kapatmış bir kitle vardır. Her şey o imaj üzerinden gider ve imaj her şeyi mümkün ve meşru hale getirir. Yerleşen imaj İslamcılıksa, İslamcılığın hatırı için en aykırı icraatlar olumlanır. Kesin inançlı, icraata değil imaja bakar. Her seferinde olumlanan, tecdid-i iman edilen İslamcılıktır.
Aldatmakta ustalaşan siyasetçiler, kendilerine yönelen eleştirileri, arkasına saklandıkları imaja yönlendirirler. Arkalarındaki kitleyi o imaja (İslam'a)saldırıldığına inandırırlar. Aynı şey başka imajlar (milliyetçilik -solculuk vs.) için de geçerlidir. Hiç bir siyasetçi "bana saldırıyorlar beni savunun" demez, bu, acemi çaylakların işidir. Siyasetçi, hangi imaj veya ideoloji üzerinden siyaset yapıyorsa ona saldırıldığını söyler.Kendisini hedef olmaktan çıkarıp, eleştirilerin dışına atar. Kitleleri dine, milliyetçiliğe veya solculuğa sahip çıkmaya çağırır. Kesin inançlı, peşinden gittiği parti veya lidere göre, İslam'ın, milliyetçiliğin veya başka bir ideolojinin savunusunu yaptığını sanırken aslında bu elbiselerden birini giymiş bir muhterisin çıkarlarını savunduğunun farkında değildir.
AKP yola çıkarken, tıpkı yazının girişinde gösterdiğim gibi vaatlerde bulunmuştu. Garibin, gurebanın hakkı korunacak, siyasete ahlak gelecekti. Öyle ki, şartlar ne olursa olsun ilkeler değişmeyecekti. Onlardan biri de, kapalı kapılar ardında -milletvekili pazarlıklarının- olmayacağı idi. Yirmi iki yıllık iktidar her şeyi unutturdu. Trenden inen bir daha binemeyecek denilmişti, trenden inenler törenle partiye alınıyor. Sağdan soldan milletvekili transfer ediliyor. Vatandaşın vermediği oyun yeri, ne karşılığında olduğu bilinmeyen transferlerle dolduruyor. Önceki gün AKP'ye geçen iki milletvekili ve 13 Belediye başkanının hikayesine bakarsanız ne dediğimi anlarsınız.
AKP'ye geçen iki milletvekili İYİ Parti kökenli. Onlara oy verenler, AKP'ye muhalif oldukları için oy verdiler. Böylece muhalif oylar bu iki kişi ile iktidarın arkasına taşındı. Bunun adı en hafif tabirle oy dolandırıcılığıdır. Başka amaçla verilen oylar, tam tersi bir amaca yönlendirildi. Bu durumda, oy kullanmanın bir anlamı kalır mı? Vekil transferi, kullanılan oyun anlamsız hale getirilmesidir.
AKP iktidarında ülke sadece maddi anlamda kaybetmedi, en büyük kayıp manevi alanda yaşandı.Siyasi ahlak dip yaptı,iktidar olmak, rant dağıtmak ile eş anlamlı hale geldi. Din işporta tezgahına düşürüldü. Dinden, imandan bahsedene güven kalmadı. İktidar olmak veya orada kalmak için her yol mübahlaştırıldı. Öyle ki, parası olanın seçim kazanmasına bile gerek kalmadı, "bas parayı yap transferi" yöntemiyle iktidar olmanın yolu açıldı.AKP, sadece siyaseti çürütmedi,insanı, insanımızı da çürüttü. Onun içindir ki artık her şey olağan görünüyor,ahlak içi ahlak dışı diye bir şey kalmadı.