Daha önce AİHM’in verdiği ihlal kararlarının hiç biri yerine getirilmedi. Anayasa mahkemesinin Kavala ve Can Atalay’la ilgili verdiği kararlar Cumhur ittifakının bileşenlerinin yaptığı açıklamaların etkisiyle mahkemeler tarafından uygulanmadı. En son Sinan Ateş dosyasında tam 16 ay iddianame mahkemeye sunulamadı. Sunulduğunda da bunun bir iddianameden çok –ibraname- olduğu görüldü. Ayak takımı kadraja alınmış ama onları yönlendiren irade görmezden gelinmişti.
Oysa Ateş, aylarca belli çevreler tarafından tehdit edilmiş, kaleminin –o çevreler tarafından- kırıldığı açıkça ilan edilmişti. Bununla ilgili dosyada yazışmalar da var. Soruşturmanın o –tehditler- ve Mersin’de eski Ülkü Ocakları başkanı Çağrı Ünel’e yapılan saldırı üzerinden derinleştirilmesi gerekirken, bunlar dikkate alınmamış, soruşturma sahada olanlarla sınırlı tutulmuştu.
Bir Ülkü Ocakları genel Başkanına öldürülmesine en büyük tepkinin yine ülkü Ocakları ve MHP’den gelmesi gerekirdi, değil mi? Ama tam tersi oldu; MHP Genel başkanı Bahçeli; “hiçbir ülküdaşımı ezdirmeyeceğim” dedi. Ülkü Ocakları ise –sessizliğe- büründü. Bu işin Bahçeli’nin –ülküdaşları ile- alakası yoksa niçin durup dururken –ülküdaşlarını- korumaya aldı? İddianameye bakıldığında soruşturmanın tam da bu yönde yapıldığı görülüyor.
Bugün silahlı mücadele dönemi geçmiştir. Dün, bu milletin vatanına, bayrağına, dinine, devletine yönelmiş ciddi bir tehdit vardı. Devlet acz içindeydi. Marksist solla aynı çizgide olmayan herkes hedefteydi. Ülkücüler, Türk milletinin manevi dayanaklarını ve ülkesini korumak için zorunlu olarak meydana atıldılar. Kutsal bir mücadele verdiler. On binlercesinin hayalleri yarım kaldı, kimi mahpushane köşelerinde solduruldu, kimi idam sehpalarında. Bir mutasavvıfın ifadesiyle; o zaman bu milletin duası da ülkücülerleydi. Çünkü ülkücülerin bir davası vardı. Şimdi ise(bazılarının) sadece bir siyasetleri var. Bugün –ülkücülük adına- övünülecek ne varsa o günlere ve o günlerin kahramanlarına aittir. O dava günün şartlarına uyarlanarak sürdürülebilse –ülkücü ülkücüye kırdırılmaz, içindeki birkaç ayrık otu yüzünden, arkasında şanlı bir mazi bulunan Ülkü ocakları gibi bir kuruluş tartışmaların içinde olmaz, Sinan Ateş bugün çocuklarının yanında olurdu. Onun için ülkücüye yönelen silahın kabzasını tutan el kime ve hangi makama ait olursa olsun o asla ülkücü değildir, döktüğü kanın da hesabını yargı önünde vermelidir. Ancak iddianamede herkesin bildiği, sosyal medyada on binlerin paylaştığı sır görmezden gelinmiştir. Nedeni; günün siyasetini aşamamaktır.
İşte yargı bağımsızlığı bunun için gereklidir. Siyasetin domine ettiği bir yargı siyasetle ilişkili suçların hesabını soramaz. Bazılarının yaptığı yanına kar kalır, bu da yeni cinayetlerin sebebi olur. Suçlu, yargının ağından kurtuldukça kendine güveni artar, yeni suçlar işleme cüretini kendinde bulur. Zamanında, Selçuk Özdağ, Orhan Uğurluoğlu ve diğerlerine yapılan saldırıların gerçek faillerinden hesap sorulabilseydi, belki Sinan Ateş bugün yaşıyor olacak, iki masum çocuk yetim kalmayacaktı.