Seçim biter bitmez algı ve propagandanın yerini gerçekler almaya başladı.
Üst üste gelen zamlar, vergiler, değişen ekonomi politikasının getirdiği yükler -daha iyi bir Türkiye- bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı.
Aslında Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliydi, lakin kimse görmek istemedi.
İktidar, bütün bir seçimi PKK/HDP kartıyla götürdü. Ekonomiyi, hayat pahalılığını, enflasyonu dikkatlerden kaçırdı, her yönden dibe vurmuş bir politikayı halka ibra ettirdi.
Muhalefet seçimden sonra olacakları anlatmak için çırpınıp durduysa da başarılı olamadı.
Olamadı çünkü iktidarın propaganda makinesi onları o hale getirmişti ki -yaşadıkları gerçekliği- bile göremez hale gelmişlerdi.
Kuran'da inkarcılar anlatılırken, apaçık deliller karşısında bile inkarlarını sürdürecekleri, her defasında ayrı bir bahane uydurarak -inanmaktan- kaçacakları anlatılır. İsra suresi 90-92 ayetlerde bu durum: “istedikleri gibi gökten bir kütle düşürülse ve bunu gözleriyle görseler dahi gelip kafalarına çarpmadıkça onun varlığını kabul etmek istemeyecekleri- bulut yığınlarıdır- gibi sözlerle geçiştirmeye çalışacakları anlatılır.."
İnanmamanın psikolojisi budur, insan bir şeye inanmamaya karar vermişse hakikati gözünün içine soksanız inandıramazsınız.
İşte, muhalefetin haber verdiği her şey oluyor. Döviz aldı başını gitti, satın alma gücü düştü, sudan ekmeğe kadar her şey zamlandı, yolsuzluğun, hırsızlığın, rüşvetin içini boşalttığı hazinenin açıkları milletin cebinden çıkarılmaya çalışılıyor. Hayat, seçim öncesine göre biraz daha zorlaştı, yaşam standartları her gün biraz daha düşüyor. Emekli neredeyse kuru ekmeğe mahkûm edildi, seçim öncesi yanlış ekonomi politikasını nasla meşrulaştırmaya çalışan hükümet, şimdi önlenemeyen pahalılığı, konulan vergileri depremle gerekçelendirmeye çalışıyor. Dünkü gerekçesi de yanlıştı, bugünkü de yanlış. İYİ partinin deprem paralarının akıbeti ile ilgili meclise verdiği önerge AKP ve MHP oyları ile reddedildi. İktidar hem depremi bahane ediyor, hem de topladığı vergilerin hesabını vermeye yanaşmıyor. Çünkü vergilerle deprem arasında bir münasebet yok. Bu çürüme, bozulma, kötü yönetim depremden çok önce başlamıştı. Deprem yokken kriz vardı. 17-25 Aralık'ta kutu kutu dolarlar yakalanır, rüşvet pazarlıklarının ses kayıtları ortaya saçılırken deprem mi vardı?
Kalbini, aklını hakikate kapatarak bile bile -yalanın- peşinde koşanların hepimize yüklediği maliyettir bu. Sloganların peşinde koşan, algı ile gerçeği ayırt etmemekte ısrar etmenin sonucu budur. Siyasal bilinci yüksek, demokrasiyi özümsemiş, sivil toplumun güçlü olduğu yerlerde iktidarlar bu kadar rahat hareket edemez. Pasif ama yaygın, şiddetsiz bir direnişle bu zam ve vergi yağmurunu durdurmak, hükümetleri yükü vatandaşın sırtından alacak tedbirlere yöneltmek mümkündür. Gandi Hindistan'ı bağımsızlığına böyle götürmüştür. Demokrasi kültürünün yerleşmediği toplumlarda bu tip hak arayışları bile -devlet karşıtlığı- olarak etiketlenip bastırılır. Oysa hak arama yollarının kapalı olduğu bir ülkede demokrasi de yoktur.
İslam, şeytanı aldatma ustası olarak niteler. Hz. Peygamber, "bizi aldatan bizden değildir," buyurur. Aldatma, sadece şeytana mahsus değildir, toplumda da insan kılıklı aldatma ustaları vardır. İnsanlar, onların yalanları ile düşünemez, doğruyu yanlıştan ayıramaz hale gelir. Başlarına zam yağmuru düşse onu Allah'tan bilir zammı yapandan bilmezler. Sonra da kendi reyleri ile düştükleri bataklıkta çırpınıp dururlar.
Bugün olacakların hepsi dün söylenmişti, ama kimse inanmamıştı. Ya milletçe uyanacak yahut aldatma ustalarının elinde oyuncak olmaya devam edeceğiz.