İsmet Paşa 1950 seçimleri kaybedildikten sonra, yurt dışında bulunan oğlu Erdal’a (İnönü) bir mektup yazar. Paşa mektubun bir yerinde 1950 seçim sonuçlarına değinmektedir. İnönü, CHP’nin DP’ye karşı seçimi kaybetmesinin makul olan yahut olmayan pek çok sebebi olabileceğine işaret ederken birinci sırada toplumun “değişim” arzusunu gösterir. Atatürk’ün silah arkadaşı, Cumhuriyet’in 2. Adam’ı ve kurt diplomat İsmet Paşa’ya göre değişim istenmiş ve o değişim galebe çalmıştı…
Paşa elbette haklıydı, toplum değişim isteyerek Demokrat Parti’yi işbaşına getirmişti. 2. Dünya Harbi’nin bunalımları, 1946 seçimlerinin baskıcı ve şaibeli yansımaları, bürokratik oligarşi halini alan CHP yönetimi ve çevre-taşra hareketlenmesi sonucunda 27 yıllık Tek Parti dönemi böylece kapanmıştır. Türk demokrasisi dünden günümüze yeni tarihine, sancılı süreçlerine adım atarken “değişim” mottosunun taşradan kente siyasi kaderi belirleyen bir unsur olduğu da anlaşılmaktadır.
Halktan gelen değişim arzusunu siyaseten güçlü bir yansıma halinde kabul etmek icap ediyor. Bu çerçevede Türk siyasi tarihinde fenomen haline gelmiş iki siyasi parti vardır: birincisi Demokrat Parti (DP), ikincisi ise Adalet ve Kalkınma Partisi’dir (AK Parti). DP, 1950-60 arası dönemde 10 yıllık iktidarı ile Türkiye siyasetinin, sosyolojisinin ve ekonomik dönüşümünün tarihi kesitinde inkârı kabil olmayan siyasi partidir. Gerçi bu parti, çoğu yönüyle eleştirdiği Tek Parti iktidarına dönüşen kimi uygulamalarıyla demokrasinin yeterli işlevselliğe kavuşmasında başarısız bir sınav vermiştir; fakat DP’nin 10 yıllık iktidarı sonrasında başına gelenler, özellikle Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun asılması, Türkiye siyaseti ve demokrasisi için unutulmaz bir acı, silinemez utançtır. Bu utanç; ancak Türkiye’nin bugün ve yarın hesabında ibretlik, tarihi, hazin bir derstir; çünkü demokrasinin tek meşruiyet kaynağı olduğunu ve DP’yi alaşağı eden 27 Mayıs’ın ülkede darbeler alışkanlığına kapı araladığını çok iyi biliyoruz.
Değişim rüzgârlarının yelkenini şişirdiği ve demokratik siyaset tarihimizde ilklerin rekorunu kıran siyasi teşekkül ise Ak Parti’dir. Ak Parti, 21 yıldır iktidarda olmasıyla tek örneğimiz… Bu partinin iktidara gelişinde ve devamında belki ilahi; ama sosyal, ekonomik, kültürel ve bürokratik onlarca sebep bulunmaktadır.
Mesela;
Hiçbir askeri darbe veya muhtıra 28 Şubat’ın ve 27 Nisan @-muhtırasının Ak Parti’ye sağladığı bir avantajı sağlamamıştır. Örneğin 27 Mayıs ne İsmet Paşa’ya ne partisine yaradı… Keza Anavatan Partisi’nin (ANAP) 12 Eylül’den bir radde güç devşirdiğini iddia edenin çıkacağını zannetmem. Refah Partisi’nin (RP) tecrübe ettiği siyasi süreç, bu partiyi tarih sahnesinden silse de RP, Ak Parti’nin doğum haznesi olmuş ve 28 Şubat ile bu gürbüz doğum 2001’de gerçekleşmiştir.
Tayyip Erdoğan ve ekibi kendi partilerini kurmadan evvel Fazilet Partisi’nde (FP) Abdullah Gül ile baş olma yarışına girdiğinde hatırlarsınız; “yenilikçi kanat” olarak nitelendirilmişlerdi. 28 Şubat’ın gölgesinde bu ne kadar iksirli bir nitelemedir, değil mi? RP sonrası FP’de kapatılınca.. kapana kapana açılan iktidar yolu belli olmuş, talih oku Ak Parti’ye değmiştir.
Bugün rahmetle andığımız 2001-2002 ekonomik krizi sonrası Ak Parti “adeta gitmemek üzre iktidar oldu” hissinin ve tekerrürü zor, siyasi bir başarının yegâne sahibidir. Bakın ki şimdiye dek görülmemiş ekonomik kriz dahi iktidarı alaşağı edememiştir.
“Yenilikçilik”… İşte bu iksirli niteleme ile 2002 seçimlerinde iktidara gelen ve en aşağı 10 sene Ak Parti’nin muhafazakâr-demokrat söylem büyüsünün bozulmadan sürüp gittiği doğrudur… RP belediyeleri ile kent yoksulluğuna uzanan Ak Parti öncesi politik anlayış/manevra ve milli/yerli küçük sermayeye değen hassas sahiplenme Ak Parti’nin oy ordusuna dönüşürken bu kitle liderini asla yalnız bırakmadı. Bilhassa ifade edelim; Gezi Olayları’na dek Ak Parti’nin zorlandığı hiçbir toplumsal iletişim ve sosyal eylem/kriz de bu ilk on yılda görülmedi ve ülkede hissedilen “Lale devri” başlamış oldu. İstisna şudur ki Küresel bolluğun musluk sıkma vetiresine denk gelen Gezi Olayları sonrası “dış güçler” retoriği Ak Parti’ce sahiplenildi ve bir daha da terk edilmedi.
Ak Parti ile birlikte:
İksirli niteleme “yenilik” ile Avrupa Birliği (AB), Anayasa değişikliği, başörtü mücadelesi, yeni merkez ve yeni sermaye sürümünün içinde olan herkes kuşkusuz bir “love story” seyretmiştir… Evet, bu hikâyenin izleyicisi yoksa da hatırası milyonların zihninde canlı ki iktidar devredilmedi! Bu hikâyeyi hiç yabana atamazsınız; 11 Eylül’de İslamifobya korkusu sarmış Batı dahi satın almıştı... Muhafazakâr; ama demokrat ve liberal bir hikâye…
Bugün baktığımda şunu düşünüyorum: 2007 tarihli @-muhtıraya karşı alınan tavır, Recep Tayyip Erdoğan büyüsünün ve sahibi olduğu partinin demokratik meşruiyet ve aynı zamanda mağduriyet esprisinin dramatik ve kritik döngüsüdür… Bu dramatik döngü 15 Temmuz’da hain bir tasallut ile bambaşka evreye girerken Ak Parti iktidarı sarfı nazar edilmeden Türk Milleti alçak kalkışmaya karşı durarak, şanlı bir direniş gösterdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “liderlik” rüştünün sarsılmaz ispatı ile 15 Temmuz duruşu arasındaki bağ ise yaşamsaldır. Hemen belirteyim ki bu motivasyonun yahut kanaatin yanında ismi unutulmayacak diğer isim de Devlet Bahçeli’dir. Devlet Beğ eğer ki bugün iktidar partisini destekliyorsa asli neden 15 Temmuz öncesi ve sonrasıyla yaşananların muhasebesinde yatar.
Şunu diyebilirsiniz; mesela: iktidarın doğru yaptıkları çok taltif görmüş, yanlış yaptıkları da keza yine taltif görmüştür... Bu doğrudur! Dün, Ortadoğu Eş Başkanlığı; bugün Putin ile tesis edilen ilişki; dün Annan Planı, bugün “Mavi Vatan” mı diyorsunuz? Yani tutarsız mı geliyor… Olabilir; fakat gelinen nokta Ak Parti’nin oya tevil ettiği yaklaşımda sorun değildir ve bilakis ülke muhalefetinin cevaplaması gereken soru veya sorundur bu. O halde Ak Parti siyasetinde başarılıdır, saptaması da pek haklı bir görüş olacaktır. Bu meyanda mesela sayın muhalefet kendine şunu sormalı: böyle yakıcı bir ekonomik krize rağmen biz neden Cumhurbaşkanını yenemedik?!. Bencileyin bir cevaba istikamet çizelim madem: muhalefet şimdiki haline baksın, cevabı muhakkak kendinde bulacaktır/görecektir.
Türkiye’de “değişim” neye binaen ve neye göre olur, sorusu önemlidir. Demokrat Parti’yi getiren CHP’nin zihin dünyasıydı… Bugün Ak Parti’yi götürmeyen de yine CHP’nin zihin dünyasıdır.
Bu sualin siyaseten cevabı elbette çokludur; dolayısıyla benim önerim, değişim isteyenlerin ivedilikle kendilerini değiştirmelerinden geçmektedir o vakit. Ak Parti’ye oy verenler, Recep Tayyip Erdoğan’a inananlar, MHP’li ve Türk Milliyetçilerinin kahır ekseriyeti belki değişim istiyordur; fakat bu değişim korkulan ne ise ona kapalıdır. Devlet Bahçeli’nin işaret ettiği, o çok önemli cümledeki gibi “inşallah Türkiye değişmez” mottosunun istisnai iletisi, işte budur!.. Bu ilke söz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devireceğiz, diyerek bölücü parti ile flört edenlerin vahametine gönderme değil de ne kabul edilebilir? Şayet Ak Parti, Cumhuriyetin temel ilkelerini değiştirmeye yeltensin, bırakın desteği, Sn. Bahçeli selam dahi vermezdi…
Ak Parti’yi hataya sevk edecek olası olgular yok mudur? Yoğun ekonomik baskının yanına insanların yaşam tercihlerini zorlayan, kutuplaşmayı artıran veya ülkenin temel değerlerini tartışmaya sevk eden bir kamplaşma politikası izlerler ise elbette vahim yanılgıya düşerler. Gündem değiştirme adına bile böyle bir uğraş iktidara hayati destek sağlamış Devlet Beğ’in gözünden kaçmaz ve Ak Parti’nin hikâyesi sonlanır. Ülke huzuru ve barışını kimse Sn. Bahçeli’den daha çok önemseyemez…
Siyasi sığlığa kapılmadan ülkenin temel meselelerinde acil değişim ihtiyacının yakıcı gerçekliğini görüyoruz. Özellikle ekonomik meselelerde bariz sorunları inkâr edenler hemen bir kliniğe kapatılır. Tüketim, kamu tasarrufu, istihdam ve üretim başlıklarını söylemek kolay olsa da meğer uygulamak öyle basit olmuyormuş… Hele ki para politikaları sıkılaştığında öbek öbek işçi çıkarmaları umarım olmaz. Acilen rehabilite veya restorasyon şart ki şu sancılı süreçten bir iki yıl içinde kurtulalım ve enkazın altında kalmayalım. Hülasa iktidarın ekonomi politikalarına methiye dizecek halimiz yoktur; bir yol denediler; ama anlaşılıyor ki bu yoldan (şimdilik) döndüler… İsteriz ki bu bedelleri garip gureba, çalışan ödemesin. Cumhurbaşkanı ideolojik mi yaklaşmıştı? Erbakan’ın “Adil düzeni” ile Cumhurbaşkanının “nas” yaklaşımında korelasyon var mı, sanırım bunu iktisatçılar daha iyi analiz edecektir.
Yaşımız ekonomik kriz dönemlerini hatırlamaya uygun olduğu için not düşmek isterim. 20 yıldır böyle bir kriz görmemiş yoğun bir nüfus vardır ve evet; bu kesim ekonomik krizin farkına şimdi şimdi varmaktadır. Örneğin çalıştığım birimde şef durumunda bulunan, daha 30’ların başındaki ve muhtemelen Ak Partili genç bayan, krizle yeni tanışmakta, anlamını şimdi idrak etmektedir. Fakat bu ekonomik zorlanma ve geçim kaygısı uzun döneme yayılırsa Ak Parti iksiri, hükmünü yitirecektir. 2023 seçimi böyle bir sonuç çıkarmamış olabilir; fakat durum sürgit ise sonrası mevcut iktidar için zordur ve biz Türk Milliyetçileri bu ihtimallere göre hazırlanmak durumundayız.
Türk Milliyetçileri eğer ki konuya dair şu sorunları görmezden gelirse hata eder:
1990’ların başından beri dış sermaye ile finanse etmek durumunda olduğumuz cari açık sorununu halen çözememiş bir iktidar, 2027 seçimlerinde bu kadar rahat olamayacaktır. Bu halde MHP’nin duruşu çok önemlidir. Burada tek makul mazeretimiz enerji bağımlılığımız olurken tasarruf eden bir toplum olamayışımız da paradigmik bir değişim sorunudur. “Tüketim toplumu” belasına biz Türk Milliyetçileri kayıtsız kalamayız. Üçüncü noktada ise bu kadar fazla kamu harcaması ile yolda kervanın düzülemeyeceği aşikârdır. Gelir dağılımı gittikçe bozulan ülkede sosyal devlet olgusunun güçlenmesi ile kamu tasarrufu arasında doğrudan ilişki söz konusu ve gözden ırak tutulmasın ki ekonomik bozulma ile ahlaki yozlaşma arasında doğrudan bir bağ bulunuyor. Toplumda bencilleşme, gayri meşru ve illegal hayat tahayyülü, emek sömürüsü ve yalnızlık hissi artma eğiliminde. Böyle bir iklimde sığınmacı sorunu da önemli nazik bir diğer meseledir. Madem iktidar politikalarına MHP tarafınca destek söz konusu, o halde bu desteğin kapsam ve öncelikleri doğru bir iletişimle kamuoyuna anlatılma zaruretini doğurmaktadır.
Önümüzde yerel seçimler olduğuna göre seçim havasından çıkmayacağız ve MHP’nin bu seçimleri önemseyeceğinden şüphe etmiyorum. Değinmeden geçmek olmaz, esasta bu iktidarın hikâyesi yerel yönetimlerle başlamıyor muydu? Dolayısıyla MHP’nin yerel seçimlere azami gayretle eğileceğini ve aday çıkaracağını düşünmek işten değil; çünkü yerel siyasetin önemi açıktır. Ehil, bilgili ve vatana hizmet aşkıyla dolu Ülkücü kadroların yerel yönetimlerde değerlendirilmesi hayati önemde… Ak Partili belediyelerin böyle bir hassasiyet taşıdığını gösteren emareler elimizde zaten yok. Dahası, önümüzdeki süreç Türk Milliyetçilerinin ivedilikle iktidara hazırlanma sürecidir ve Türkiye namına en büyük değişim de bu olacaktır.
Tanrı Türk’ü Korusun!