Demokrasi teorilerinin neredeyse tamamında, özgür basın, özgür ve eşit rekabet şartlarında seçim ve denetlenebilir, şeffaf bir yönetim biçimi şart koşulmuştur. Yönetimin denetlenmesi iki biçimde gerçekleşmektedir, bir, halkın denetimi, ikincisi hukuki denetimdir.
Bu ölçüler içinde bakıldığında Türkiye'de gerçek bir demokrasinin varlığından sözedebilmek mümkün değildir. Medya neredeyse tek sesli hale getirilmiştir, iktidarı eleştirenler çeşitli suçlamaların muhatabı haline getirilerek susturulmaktadır. Medyanın hür olmadığı yerde eşit rekabet şartlarının oluşması da mümkün değildir. Nitekim iktidara geniş yer ayıran medya muhalefeti görmezden gelmekte, vatandaşın tek taraflı propagandaya maruz kalarak demokrasiye darbe yapılmasına göz yummaktadır. Yargının ise iktidar üzerinde hiç bir denetim yetkisi yoktur. Tam tersine adaleti iktidara hizmet etmeye özgüllemiş, tarafsızlık ve objektifliğini yitirmiştir. Bunun son ve en bariz örneği CB'nin Mansur Yavaş için söylediklerinden sonra yargının alelacele açtığı soruşturmadır. Emir komuta ile çalışan bir yargı adalete değil, güce hizmet eder, devletle vatandaş arasındaki güven ilişkisini yok ettiği için de nihai planda devleti tahrip eder.
Günümüzde darbeler sadece asker ve silah zoruyla yapılmamaktadır. Demokrasi kisvesi altında da darbe yapmak pekala mümkündür. Hele bir ülkede terör ve etnik sorunlar da varsa bu daha kolaydır. Terör tehdidi üzerinden anti demokratik yasalar çıkarmak, toplumu beka sorunu ile korkutarak otoriterleşme yolunda adımlar atmak en çok kullanılan yöntemlerden biridir.Bu amaca ulaşmak için medya yoluyla ülkenin nasıl büyük bir tehditle karşı karşıya olduğu anlatılarak toplum her türlü baskıcı, anti demokratik düzenlemeye ikna edilir. Buna bazı sosyologlar -rızanın imalatı- demektedirler. Yoğun ve sürekli bir mühendislik çalışması ile toplum her türlü düzenlemeye uygun hale getirilebilir. Nitekim çözüm sürecinde iktidar medyası üzerinden bu denenmiş, on binlerce insanın katili bir örgüt lideri neredeyse kader kurbanı bir masum gibi takdim edilmiştir. Çocuğunu, eşini teröre kurban vermiş aileler bile bu meşum kampanyanın esiri haline gelerek bu yalan sürecine destek olmuştur.
Yerel seçimler vesilesiyle yapılan da farklı değildir. HDP ile işbirliği ve beka sorunu üzerinden yürütülen kampanya tam bir mühendislik ve otoriterleşme yönünde rızanın üretimine yönelik bir çalışmadır. Bir lider çıkıp Yavaş için seçilse bile sonuçlarına katlanacak anlamında şeyler söylüyorsa orada demokrasi de yoktur, demokrasilerin vazgeçilmezlerinden olan eşit rekabet şartları da mevcut değildir. Söylemlerden anlaşılacağı gibi beka sorunu HDP ile birlikte söylenerek, beka sorununu doğuranın HDP/PKK ikilisi olduğu ima edilmektedir. Bu iddia ile ortaya çıkanların normalde önce o sorunun bulunduğu bölgedeki seçim çalışmalarına yoğunlaşmaları gerekir. Ancak HDP üzerinden beka sorunu üretenler mücadele alanlarını güneydoğu yerine Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlere yöneltmekte, HDP yerine İYİ parti,CHP ve SP ile uğraşmaktadırlar.Rant alanları üzerinden yürütülen mücadele beka kılıfına sokularak vatandaşın desteği alınmaya çalışılmaktadır.
Bu propaganda yöntemi ve muhalefete yönelik tehdit siyaseti demokrasinin adım adım yok edildiğini, Türkiye'nin sonu belirsiz bir akibete sürüklenmekte olduğunu göstermektedir. CB sistemine geçildiğinden beri artık Türkiye'nin terör sorununun yanında bir de demokrasinin yok edilmesi sorunu vardır.Türkiye beka ve terör sorunu adı altında baskıcı bir yönetime ikna edilmek istenmektedir.Yeni bir -milli şef- dönemi Türkiye'nin intiharı olur. Bu politika Türkiye'yi ufalamaktan başka işe yaramaz.