Almanya'nın İkinci Dünya Savaşından yenilgi ile çıkması ve Hitler'in intiharından sonra Nazizm'i sorgulayan binlerce kitap/makale yayınlanmıştır.En çok sorgulanan hususlardan biri, Hıristiyan kiliseleri ve Hıristiyan bireylerin nasıl olurda dinlerinin temel değerleri ile çelişen böyle bir rejime destek verdikleridir.
Hitler'in Yahudilere dönük insanlık dışı tutumu sorgulanmıştır , lakin engellilere,özürlülere,toplum dışı olanlara,alkol veya madde bağımlılarına karşı vahşi tutumu pek sorgulanmamıştır. Oysa, 1939'dan 1946'ya kadar gaz odalarında,akıl hastanelerinde türlü şekillerde yok edilen engellilerin sayısı 150 bin'in üzerindedir. Hitler'in hışmına uğrayanlar sadece Yahudi'lerle asosyaller değildi, muhalifler, siyasetçiler,din adamları da bu ölüm makinesinin dişlilerine takılanlar arasındaydı.
R.Evans'a göre, 1928 seçimlerinde yüzde 2.6 gibi önemsiz bir oy alan Hitler'in, halkı Nazilerin Almanya'nın sorunlarına çare olacağına ikna eden, sonraki yıllarda Almanya'yı diğer ülkelerden daha sert vuran ekonomik krizdi. Almanya'nın Birinci Dünya Savaşında yaşadığı küçük düşürücü yenilgi ve 1929-1933 arasındaki bunalım yıllarında karşılaştığı büyük ekonomik ve siyasi krize tepki Nazizm'i doğurmuştur.Bir diğer neden de 1920'lerden itibaren Alman siyasetine egemen olan orta sınıf düzen partilerinin tek tek çöküşüydü. Merkez partiler eridikçe Nazi hareketi giderek büyüyerek en önemli güç haline geldi. Nazilerin hedefi, ulusu tek bir kişinin tartışmasız önderliği altında toplayıp,Alman ulusunu yeniden inşa etmekti.Bunun için Hıristiyan evlilik anlayışı ,ırk kavramı yararına terk edilecek,kısırların boşanmasına izin verilecek sadece ırksak açıdan uygun olanların evlenmesine izin verilecekti.
Hitler'i manşetlerden liderliğe taşıyan nedenlerden biri de 1923 Kasım'ında yapılan darbe teşebbüsüdür.. Darbe sonrası tutuklanan Nazi liderinin mahkemede özür dilemeyen duruşu hem tanıtımına hem de sempati alanını genişletmesine hizmet etmiştir.
1933 Ocak'ında şansölye olarak atanan Hitler,hızla güç dengesini kendi lehine çevirecek kararnameler çıkarmaya başladı.İlk kararname, huzuru bozmakla suçlanan vatandaşları sorgusuz sualsiz üç ay gözaltında tutma yetkisiydi. Böylece istedikleri her kişiyi huzur bozmakla itham edip tutuklayabileceklerdi.İkinci kararnameyi meclisin kundaklanmasını istismar ederek aldılar.Kararname hükümete yetkilerini aşan bir güç ve yargısız tutuklama imkanı veriyordu. Bir ay içinde çıkarılan kararnamelerle anayasanın garantisi altına alınmış bütün demokratik ve sivil haklar yürürlükten kaldırılmış ve muhaliflerin bulunduğu sokaklar temizlenmişti. Mayıs 1933'de başka bir kararname ile Cumhurbaşkanından Hitler'e devleti ve halkı korumak maksadıyla bütün siyasi mekanizmaları dört yıllığına askıya alma yetkisi aldılar.Peter Frıtzche,bu durumu siyasi düzenin diktatörlüğe oy vermesi olarak tanımlar.Halk ise, bu kararnameler sayesinde mecliste kavgaların bittiğini, sokaklardan Bolşeviklerin temizlendiğini Nazi'lerin siyasi istikrarı temsil ettiğini düşünmeye başlamıştır.
1Ocak 1934'de Cumhurbaşkanı Hindenburg'un ölümü ile Hitler tek adam yolunda aradığı son fırsatı da buldu,CB makamı lağvedilerek bütün yetkileri Führer ve Reich Şansölyesi olarak nefsinde topladı. Yeni konumunu 20 Ağustos 1934'de çıkardığı yasa ile pekiştirdi: artık devlet memurları,askerler sadakat ve itaat yeminlerini anayasa üzerine değil Hitler'in kişiliğinde Führer ve Reich Şansölyesine edeceklerdi.Arkasında anayasanın maddeleri değil,davasının haklılığı olacak,resmi ve yazılı yasalara göre hükmetmek onun icraatlarını sınırlamaktan çıkacaktı.Führer'in iradesi ,ne şekilde tecelli ederse etsin birer yasaydı.Liderlik tarzı, iktidarın ve otoritenin liderde toplanmasını ve sonra da kendisi tarafından yetkililere delege edilmesini,yetkililerin aldığı kararların da astları tarafından kayıtsız şartsız uygulanmasına dayanıyordu.Bu rol paylaşımı yüzünden bürokratlar kendilerini görev sınırları yasalarla belirlenmiş kişiler olarak değil,Führer'in özel görevlileri olarak gördüler.Bu anlayışın bir uzantısı olarak Nazi partisi halkın çıkarlarına hizmet için var olduğuna göre,bürokrasi eğer partinin direktiflerine uymuyorsa yok sayılabilirdi.Nitekim, 1934 Haziranında " bizi yöneten devlet değildir,devleti yöneten bizleriz,bizi yaratan devlet değildir,kendi devletimizi biz yarattık,diyecekti. 1934'ün sonlarına gelindiğinde ülkede radyosu,gazetesi,sokağıyla artık tek bir ses vardı. Hitler'in sesi.
Bu Hitler,çıkardığı İkinci Dünya Savaşı ile 55 milyon kişinin ölümüne neden oldu.Bunun 5.3 milyonu Alman askeri, 27 milyonu Sovyet vatandaşı, 3 milyonu Yahudi'ydi. Berlin'e bombalar düşene kadar Alman halkı hala Alman ordusunun galip olduğunu sanıyordu.
Almanlar savaştan bir çok dersler çıkardılar.Bir toplumun içinden demokrasi ve çoğulculuk kadar irrasyonel ideolojilerin,demogojinin ve totaliterizmin de beslenebileceğini gördüler. Halkın aldanabileceğini,aldatılabileceğini düşünerek seçilmişleri denetleyecek,frenleyecek mekanizmalar geliştirdiler. Kuvvetler ayrılığını sistemin balansı haline getirdiler. Böylece seçimlerden diktatörler de çıksa öteki erkler tarafından dengelenecek,çerçeve dışına çıkması engellenecekti. Bu mantalite ile yerle bir olmuş bir ülkeyi kısa bir zamanda eski gücünün üstüne çıkardılar.
Hitler'in insanlığa bıraktığı belki de tek müspet hatıra budur; denetlenemeyen bir gücün bir ülke ve insanı ne hale getirdiğini göstermek. Yeni savaşlar,yeni acılar görmek istemiyorsak,demokrasiden,temel hak ve hürriyetlerden, atanmışlarla seçilmişlerinin birbirini dengelediği kuvvetler ayrılığından asla vaz geçmemeliyiz.