Siyasi iktidarın zayıfladıkça İslami değerleri daha çok istismar edeceğini yazmıştım. Son günlerde başlatılan Ayasofya tartışmalarını bu zaviyeden okumak lazım. Mesele Ayasofya'nın ibadete açılması veya Türkiye'nin kendi topraklarında egemenlik hakkını kullanarak dilediği düzenlemeyi yapması değil, mesele bu hamlenin ne oranda oy getireceği... İbrahim Kiras, bu durumu, iktidarın barutunu tüketmiş olması olarak yorumluyor.
İktidarlar, politika üretme, toplumun problemlerine çare olma yeteneğini yitirdiklerinde değerler üzerinden siyaset yapmaya yönelirler. Değerler siyaseti, sadece cami açma, ibadetleri gösteriye çevirme şeklinde tezahür etmez, bu işin sadece bir boyutudur. Asıl boyut, siyasi rekabeti dini rekabete çevirmek, politik mücadeleyi iman/küfür mücadelesi olarak takdim etmektir. İktidarın ikide bir tek parti dönemini gündeme getirmesinin arkasında bu gerçek yatıyor. Camileri kapatan, Kuran kurslarına izin vermeyen, dini hayatı baskı altına alan CEHAPE söylemleri bu amacı güdüyor. Kapanmış bir tarihi kesit bugüne taşınarak -sanki devam diyormuş veya tekrar oraya dönülecekmiş- korkusu verilerek dünün yanlışları üzerinden bugünün siyaseti tanzim ediliyor.Toplum bugünden koparılarak dünde yaşatılıyor.
Bunu sadece iktidar partisi yapmıyor, paydaşı olan parti de yapıyor. 12 Eylül dönemi CHP'sine ve o dönemin mücadelesine vurgu yapılarak yapılan tüm yönlendirmelerin amacı -dönemin kavgalarının - devam etiğine toplumu inandırarak Türk milliyetçilerini 12 Eylül öncesi pozisyonlarına döndürmek. O dönemin CHP'si Marksistleri çatısı altına almış bir şemsiye partisi gibiydi. Ve tehdit Sovyet tipi bir rejimi Türkiye'de inşa etmek isteyen çevrelerden geliyordu. Ancak hayat bir yerde durmuyor, toplumlar değiştiği gibi partiler ve ülkeler için tehdit ve tehlikeler de değişiyor. CHP'de Ülkücüler de 12 Eylül'den önemli dersler çıkardılar. Kılıçdaroğlu bu amaçla partisini sağa yaklaştırmaya çalışıyor, partisinin 28 Şubat dönemindeki tavrı ile ilgili özeleştiri yapıyor. Dün Türk milliyetçileri ile hasım olan bir parti bugün kadrolarını milliyetçilere açıyor. Mansur Yavaş bunun en açık örneği.Bu parti içinde dünün özlemini taşıyan artıklar yok mudur vardır, lakin değişim yolunda büyük mesafe aldığı da açık. Dolayısıyla dünün yargılarıyla bugünün siyasetini değerlendirmek artık mümkün değil, ne CHP dünkü yerinde duruyor ne de Komünizm bir tehdit olarak varlığını sürdürüyor. Bugün farklı tehditler, toplumsal beklentilere yön veren farklı beklentiler söz konusu... Ülke bütünlüğü açısından en büyük tehdit etnik bölücülüktür.Siyasi rekabeti dünün kavgalarına göre yürütmek bugünü ıskalamamıza, gerçek gündemden kopmamıza neden olur.
Diğer taraftan, giderek otokratlaşan, demokrasiden uzaklaşan bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız. Denge ve denetleme mekanizmalarının bulunmadığı bütün -tek adam- düzenlerinin sonu keyfilik ve demokrasiden kopmaktır. Kuvvetler ayrılığının yok edilmesi, meclisin işlevsiz hale getirilmesi, demokratik rekabetin muhalefet partileri aleyhine kısıtlanması bu kopuşun en önemli göstergeleridir. İşte dikkatlerin -tarihte kalmış/kalması gereken -CHP'ye çekilmesinin arkasında bugünkü antidemokratik yönelişleri gizleme maksadı yatıyor. CHP'yi göstererek tek parti CEHAPE'sine dönen AKP'nin zaafları ve siyasi rekabetin gerçek mahiyeti gizleniyor. Ülkücülerin/milliyetçilerin zihnini 12 Eylül'de, dindar, mütedeyyin insanların zihnini tek parti dönemi ile 28 Şubat'ta dondurmak istiyorlar. Oysa günümüzün siyasi ayrışma ve rekabeti, CHP ve karşısında olanlar değil, etnik bölücülük ve karşısında olanlar, demokratik bir Türkiye ile, denetimsiz, frensiz bir siyaset isteyenler, hukukun üstünde olanlarla hukukun üstünlüğünü savunanlar, siyaset bağlı bir yargı isteyenlerle, hukuka bağlı bir siyaseti savunanlar arasındadır. Toplum CEHAPE karşıtlığında boğdurularak işte bu gerçeklerin üstü örtülüyor.Rekabetin demokratik bir Türkiye isteyenlerle karşısında olanlara çevrilmesi halinde kendilerini nasıl bir akibetin beklediğini görüyorlar çünkü. Onun için geriye İslam'ı ve tek parti dönemini istismar etmek kalıyor.