Seçime az bir zaman kaldı, toplumda ilk defa nereye gidiyoruz endişesinin kıpırtıları var. Seçim biraz daha gecikse ortaya 2002 seçimleri gibi bir sonuç çıkabilirdi.
İktidar dövizin yükselişini engelleyemiyor. Merkez Bankasının yaptığı faiz artırımı sadece seçim sürecini atlatma maksadına matuf bir tedbir. Tek adam yönetimi kurumların içini boşaltıldığı için ekonomi bürokratları insiyatif kullanamıyor. En küçük meselede bile gözler Saray’a çevriliyor.
Önceki gün Sözcü’de ekonomi yazarı M.Muratoğlu yazdı;Türk Lirası Sırp Dinarı karşısında bile yüzde 50,Kenya Şilini karşısında yüzde 43 değer kaybetmiş. Herhalde faiz lobisinin Kenya parası için devreye girip TL karşısında değerini artırdığı söylenemez.
Bir ülke büyük saraylar, apartmanlar, AVM’lerle gelişmez. Esas olan zihniyet biçimidir. Gidenler bilirler, dünyanın gelişmiş ülkelerinin çoğunda (ABD ve Arap ülkeleri hariç) böyle büyük gökdelenlere, devasa alış veriş merkezlerine rastlayamazsınız. Dünyayı yöneten ABD ve Rus liderlerinin sarayları bizim CB sarayının yanında tavuk kümesi gibi kalır. Gelişme gösterişle ilgili bir durum değildir. Üretmek,doğru yatırımlar yapmak,israf etmemek,parayı doğru kullanmak gerekir. Bizde hem sermaye israfı hem zaman israfı var. Başkaları otomobil yapar biz yol yaparız,Batı uçak yapar biz hava limanı yaparız. Batı düşünce yoğunluklu işlerle uğraşır, biz emek yoğun işlerle uğraşırız. Oysa günümüz dünyasında ekonominin çarkları zihinsel faaliyetlerin neticesi olan buluşlar,icatlar ve bunlar için alınan patent hakları ile döner. Onlar bulur, biz onlardan aldığımız her şeye bir de patent bedeli öderiz. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) 2016 yılı uluslararası patent raporuna göre dünya genelinde yüzde 7.3'lük artışla 233 bin patent başvurusu yapıldı. En çok patent başvurusunu 56 bin 595 adet ile ABD yaparken, Türkiye 1.068 başvuru ile 21'inci sıradan listeye girdi. Türkiye, bu sayıyı yukarılara çıkarmadığı müddetçe mahallenin kabzımalı olmaktan öteye gidemez.
Kötü yönetimi uluslararası komplolarla izah etmeye kalkmak geri toplumların siyaset biçimidir. Bu düşüncenin arkasında yatan saik –iktidarın- özelde Erdoğan’ın Batı’nın hedefi olduğunu söyleyerek milliyetçi duyguları harekete geçirmektir. ANASOL-M iktidarı döneminde de Türkiye ağır bir finansal kriz yaşadı. Eğer her krizi uluslararası komplolara bağlayacaksak, ANASOL-M iktidarının da aynı komploların kurbanı olduğunu söylemek gerekir.
Aslında komplo teorilerine sığınmak, içinde olunan gerçeği ve başarısızlığı gizleme maksadına matuftur. On altı yıl boyunca ekonomi iyi yönetilmedi. Özelleştirmelerden elde edilen paralar, temin edilen dış borçlar amaçsız yatırımlarla çar çur edildi. Gösteriş ekonomisi verim ekonomisinin yerini aldı. Şimdi de şikayet ediyoruz. İktidar bugüne kadar hiçbir başarısızlığı sahiplenmedi. Bir gün faiz lobisi,bir gün FETÖ bir başka gün bir başka şey diyerek aradan sıyrıldı. Farz edelim ki bunlar var. İktidar da bunlarla mücadele etmek için var. Mazeret üretmek, sorumluluğu başkalarına yıkmak tedbir almayı da imkansız hale getirir. Çünkü, hatayı kendinde bulanlar ancak tedbir alırlar. Hata başkalarındaysa tedbir almak da gerekmez. Ona laf atarak,buna saldırarak,yargıyı siyasallaştırarak,hukuk güvenliğini ortadan kaldırarak bu noktaya geldik. Umarım bu seçim bu siyaset tarzının sonu olur.