Milliyetçiliği devlet-millet sevgisi olarak tarif etmek  onun en amiyane tanımıdır. Doğrusu, devlet- millet inşacılığı ve bu anlam şemsiyesi altına girebilecek  her şeydir. Söz gelimi vatan toprağını, kültür ve tabiat varlıkları ile birlikte korumak da  milliyetçiliğin bir başka boyutudur.

Zor olan  budur!

Düşman işgaline karşı bir toprak parçasını korumak kolaydır. Çünkü düşman bellidir, teşhisi kolaydır.

Ama içerideki işgali anlamak, anlatmak kolay değildir.

Vatanı korumak, ormanı, ağacı, ırmağı, gölü ve sahili ile her güzelliğini korumayı içine alır. Ormansız, susuz, manzarası bozulmuş, dağları kelleştirilmiş bir toprak parçasının özelliği kalır mı?  İnsanı yaşadığı toprağa bağlayan, ona vatan idrakiyle  sahiplenmesine neden olan da sadece yaşadığımız hatıralar değil, aynı zamanda içtiğimiz su, gölgesine sığındığımız ağaç, serinlediğimiz göller ve denizlerdir. Bunları kaybeden bir toprak parçasından geriye ne kalır?

Yüce peygamber, "kıyametin kopacağını bilseniz de elinizdeki fidanı dikin," buyuruyor. Bu sadece hayata bağlılığı  emreden nebevi bir buyruk değil, ağacın, toprağın önemine işaret eden  bir buyruktur. Hiç şüphesiz Peygamberimiz hayattan, dünyadan kopmamayı başka bir örnekle de ifade edebilirdi. Ağaç örneği, toprak, insan ve diğer canlılar bakımından taşıdığı  öneme binaendir.

İslam, yaşadığımız coğrafyayı yaşanabilir bir dengede tutmayı emreder. Kamer süresi 49. ayette  Yüce Allah:" Gerçekten biz,her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık," buyurur. Bu dengeyi korumak, insanlığın da bir görevidir. Vatan korumayı sadece yabancı işgali ile ilgili sınırlamak, çevre ve ekosistemle ilgili duyarlılıkları bir yana bırakmak, milliyetçiliğin vatana dönük mesajlarını hiç anlamamak demektir.

Anlayamadığımız içindir ki Kaz Dağlarında yapılan çevre katliamı karşısında en az sesi çıkanlar milliyetçiler olmuştur. Bu hayati konuda sadece Prof.Dr. Orhan Aslan ile Yeniçağ'dan Servet Avcı gerekli duyarlılığı gösterdiler. Toprağa bakışımızdaki kısırlığın en önemli göstergesi içimizden -tek bir çevrecinin- çıkmayışıdır. Daha kötüsü, çevre dostu grupların zaman zaman yaptıkları eylemlerin tebessümle karşılanması, ciddiye alınmaması veya solculuğun klasik bir görünümü olarak görülmesidir. Ağacı, ırmağı, dağı, gölü, pınarı olmayan toprak parçası ne kadar yaşlanılabilirdir? Vatanı korumak çevreyi korumakla başlar. Ekosistemleri bozulan bir toprak, gelecek nesillerin ihtiyaçlarına da cevap veremez.

Üç beş kuruş uğruna yeşil alanlarımız, yaylalarımız, göllerimiz HES'lerle, usulsüz verilen maden ruhsatları ve çarpık yapılaşma ile talan edildi. Siyanürle altın aranması sadece ormanların yok olmasına neden olmuyor, yeraltı sularını da kirleterek nesiller boyu sürecek bir çevre felaketine neden oluyor. Nitekim, Fransa Avrupa'nın en büyük altın madeni, Sagsilne madenini 2004 yılında kapattı. Ancak 2018 yılında yaşanan sel felaketinden sonra 103 çocuk üzerinde  yapılan araştırmada 38 çocuğun vücudunda normalin üzerinde arsenik tespit edildi. Bilimsel araştırmalar, bunun yer altı sularına karışan arsenikten kaynaklandığını ortaya çıkardı. Fransız Bilim Araştırma Merkezi, bunu kimyasal bir Çernobil olayı olarak niteliyor. Şimdi daha kötüsü Kaz Dağlarında yapılıyor. Kaybedilen sadece 195.000 ağaç değil. Kaybedilen akciğerlerimizdir, tertemiz sularımızdır ve eşsiz güzelliklerimizdir. Buna susan bir milliyetçilik, milliyetçilik değildir.