Alparslan Türkeş sürgünden döndüğünde siyasete atılmaya kararlıydı. Amacı Türk milliyetçiliği fikrini ve ana çerçevesini Hindistan’da çizdiği Dokuz Işık programını millete mal ederek Türkiye’yi kalkındırmaktı. Adalet Partililerle yaptığı görüşmelerde gelişme kaydedilemeyince katıldığı CKMP’ nin ilk kongresinde genel başkan seçildi. O tarihlerde Türkeş ve arkadaşlarının yoğunlaştığı konular, memleketin güncel meseleleri ve çözüm yollarıydı. Teröristler henüz faaliyete geçmediğinden komünizm ilk gündem maddelerinden değildi.
12 Mart Muhtırasından önceki dönemde sol bir darbe yapmayı planlayanlar evvela sokakları ısıttılar. Aşırı sol örgütler, masum öğrenci hareketleri olarak pazarlanan işgal, rehin alma, banka soyma ve dağa çıkma eylemlerine başladılar. Komünist aydınların ve sol görüşlü subayların öncülük edeceği bir darbe yapılacaktı. Darbeden sonra Doğan Avcıoğlu başbakan olacak ve Türkiye NATO’dan ayrılacaktı. Bilahare, ülkeye önce Sovyet uzmanlar, sonra Kızıl Ordu davet edilecekti.
MİT darbe planını deşifre edince, lider konumunda olan iki kuvvet komutanı darbe yapmaktan vaz geçirildi. Emir komuta zinciri içinde 12 Mart Muhtırası verildi. Akabinde ordudaki Sovyet yanlıları tasfiye edildi. Sivil darbeciler tutuklandılar. Komünist gençlerin elebaşları, ya asker ve polisle giriştikleri çatışmalarda öldürüldüler ya idam edildiler ya tutuklandılar ya da yurt dışına kaçtılar.
SSCB, askeri darbe yapma imkanı kalmayınca, sokakları karıştırarak, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya yöneldi. İstikrarın bozulmasını iç savaş ve rejim değişikliği takip edecekti. Anarşi, terör, grevler, protestolar ve okul işgalleri en çok başvurulan yöntemlerdi. Aşırı sol, dış destekli olduğundan doğal olarak yerli ve milli değildi. Sovyetler Birliği’nin dışında Çin, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi komünist devletlerin kontrolündeki onlarca aşırı sol fraksiyon faal haldeydi.
Komünist teröristlerin ilk hedefi en tehlikeli düşman olarak gördükleri ülkücülerdi. Dolayısıyla ülkücüler, 1970-1980 arasında hem vatanlarını hem de kendilerini savundular. MHP, aşırı solla mücadele ettiği bu dönemde bile merkez solla iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. CHP hükümetteyken yapılan Kıbrıs çıkarması ve afyon ekiminin serbest bırakılması gibi icraatları destekledi. MHP, meclis başkanlığı seçiminde CHP’li Cahit Karakaş’a oy vererek kazanmasını sağladı. Böylece ülkedeki tansiyonu düşürdü.
SSCB, hiçbir zaman ülkücü hareketi, aşırı solla savaşan bir antikomünist yapılanmadan ibaret görmedi. Ülkücülerin kendileri için tehlikeli olan çok daha iddialı hedefleri olduğunun bilincindeydiler. 1978 yılında SSCB’nin askeri ataşesi olan Albert Valenski’nin, Türkeş’le ilgili hazırladığı rapor tespitimizi doğruluyor: “Türkçülükten yola çıkarak, Türk çoğunluğun bulunduğu ülkeleri tek çatı altında birleştirmek ülküsüne sahip. Onlara Türk olduğunu hissettirme çabasında. Son derece tehlikeli biri...”
12 Eylül darbesi yapılınca komünistler hedefine ulaşamadılar. Günümüzden geçmişe bakıldığında, Sovyetlerin 1980 öncesinde uyguladığı proje akla yatkın gelmeyebilir. Ama SSCB; Afganistan’da, Mısır’da, Irak’ta, Yemen’de ve birçok başka ülkede bu yöntemin benzerlerini başarıyla uyguladı. O ülkelerde ülkücüler olmadığından hedeflerine ulaştılar.
12 Eylül Darbecileri ülkücü, komünist ayrımı yapmadan, yani testiyi kıranla, taşıyanı aynı kefeye koyarak, tarafları en sert şekilde ezdiler. Darbeciler, teslim oldukları Amerika’nın ekseninde politikalar takip edeceklerinden güdümlerinde hareket edecek bir merkez sağ ve bir merkez sol partiye izin vermeyi planlıyorlardı. Belki bir de liberal parti olabilirdi. Ama yeni dönem de ABD’ye teslim olmaları mümkün olmayan ülkücülere yer yoktu. Öyle ezilmeliydi ki ülkücüler, bir daha asla siyasete ilgi duymamalıydılar. Ülkücü parti kurmamalıydılar. İhtilalciler memleketi kışla gibi idare etmeye kararlıydılar.
SSCB’nin ülkücülere karşı olması anlaşılabilir ama ilk bakışta, Amerika’nın komünizm ile büyük mücadele veren ülkücüleri tehlikeli bir düşman olarak görmesi yadırganabilir. Aslında ABD’nin bu bakışı, istihbarat örgütlerinin iyi çalıştığının göstergesidir. Türkeş eğitim amacıyla ABD’ye gittiği günden itibaren radardadır. Vikileaks’e sızan o dönemlerde düzenlenmiş belgelerde Türkeş için ‘’Pantürkistir. Tavizsiz bir vatanseverdir. NATO karargâhında Türkiye’nin menfaatlerini ısrarla savunmuştur.’’ İfadesi kullanılıyor.
Amerika, siyasete girişinden sonra da aldığı oy oranını dikkate almadan Türkeş’i takip eder. CİA tarafından hazırlanan özel raporda, Türkeş'in ‘’Türkiye'nin Batıyla mevcut bağlarına inanıyor gibi görünse de esasında tarafsızlık yanlısı olduğu’’ vurgulanır. 1967 senesinde yaşanan Arap-İsrail savaşında, hükümet ve muhalefet sessiz kalırken, Türkeş ve Bölükbaşı'nın Araplardan yana tavır aldıkları raporlanır.
1970'lerde düzenlenen raporlarda, Türkeş'ten "faşist-neo faşist" lider olarak bahsedilir. 100.000 "komandosu" olan Türkeş'in Demirel ile koalisyon kurmasına karşı çıkılır. ABD’ye göre, "Pan-Türkist" MHP, MSP’ den daha radikaldir. MHP, Kıbrıs’ta toprakların iade edilmesi konusunda taviz vermeyecektir. Hatta MHP; NATO ve AT'ye karşıdır. CİA, özellikle Türkeş'in liderlik ettiği "komandoların" baskılanması gerektiğini raporlar. Raporlarda şehirlerde sol terörün artışı vurgulanır. Sağcıların planlı suikastlarla hedef alındıkları ifade edilir. Bu tespite rağmen ‘’neo faşist Türkeş ve komandolar’’ suçlanır.
Türkeş'in Sovyetler karşısındaki tavrı bile Beyaz Sarayın kanaatini değiştirmemiştir. Zira ABD için, SSCB’ye karşı olmak yetersizdir. Amerikan taraftarı olmak şarttır. 12 Eylül darbesinden sonrada Türkeş'e olan bakış açısı değişmez. Örneğin, 22 Şubat 1982 tarihli istihbarat raporunda, Evren Yönetimi, Türkeş liderliğindeki "faşistleri" temizlemeye teşvik edilir. Terörist yapılanmaların ele alındığı CİA belgelerinde, Marksist ve Bölücü örgütlerle birlikte Bozkurtlar/Ülkü Ocakları da anılır.
Raporlarda, Suriye ve İran'ın, Türkiye'deki Marksist ve İslamcı grupları desteklediği belirtilirken, ülkücülerin aldığı herhangi bir dış destekten bahsedilmiyor. Yani ülkücüler ve Başbuğları Türkeş, yabancı güçlerle iş birliği yapmadılar. O nedenle hem Amerika hem de Sovyetler ülkücüleri yok etmek istedi. ABD’nin uşaklığını darbeciler, SSCB’nin piyonluğunu komünist teröristler üstlendi. Ülkücüler, Allah’a teslim oldular ve mücadelelerini, sırtlarını sadece Türk milletine dayayarak verdiler. Komünistler ve 12 Eylülcüler beş binden fazla ülkücüyü şehit ettiler. Ama ülkücülüğü yok edemediler. Hem komünistler hem darbeciler hem de SSCB tarihe karıştılar, yok oldular. Ama ülkücüler dimdik ayakta ve Turan’ı kurmanın peşinde….